Bu günleri unutmayalım ama takılıp kalmayalım da…

Zeynep İşman

Yaklaşık 3 aydır her gün bu köşede sizlerle buluştum. “Kızımla Korona Günleri”nin başlama nedeni hoş değildi ama bu süreçte çok güzel paylaşımlar yaşadık. Her gün, hem Türkiye hem dünya gündemini takip ederek, bir taraftan içimi dökerken, bir taraftan sizlerle bağ kurabileceğim, fayda sağlayabilecek yazılar yazmaktı

tüm çabam. Çok güzel geri dönüşler aldım. Çok şey öğrendim. Bu sayede kendimi de iyileştirdim. Virüs gerçek anlamda bitmedi. Ancak şimdilik korona yazılarının sonuna geldik. Ben yine yazı ve röportajlarımla, farklı sayfalarda sizlerle buluşmaya devam edeceğim. Benim kadar size de iyi geldiyse, ne mutlu bana…

Madem bu köşenin son yazısı, geçmiş 3 aydan neler kaldı bakalım istedim. Siz de bir kâğıt, kalem alıp, kendi listenizi yapabilirsiniz.

Hayatın bir anda tepetaklak olabileceğini,

Belirsizlikle dolu bir hayatı yaşamanın çok zor ama öğrenilebilir bir şey olduğunu,

Rutinlerin ve öngörülebilir bir düzenin nasıl iyi geldiğini,

Hayatta kalmak için en çok birbirimize ihtiyaç duyduğumuzu,

Birbirimizden çok uzak ve farklı da olsak, aslında nasıl da birbirimize bağlı olduğumuzu, en ufak bir hareketimizin hiç bilmediğimiz insanları bile etkilediğini,

İnsanı insan yapan şeyin, sadece kendini değil, birlikte yaşadığı her canlıyı düşünmesi olduğunu,

İnsanın hayatta kalmak için her zaman bir yol bulabileceğini,

Doğadan kopuşun sonumuz olduğunu,

Aile olmanın, aynı çatı altında yan yana olmak değil, aynı çatı altında beraber yaşamak olduğunu,

Ailenin değerini,

Güvenli bağlar kurmanın ne kadar zor ama ne kadar hayati olduğunu,

Hayatta en az bir tane güvenli bağlandığımız ilişkiye ihtiyacımız olduğunu,

Zamanı nasıl da hoyratça kullandığımı,

Sevdiklerime daha çok zaman ayırmam gerektiğini,

Her zaman, her şeyin mükemmel olması gerekmediğini,

Etki alanımızda olmayan şeylere enerji sarf etmenin anlamsızlığını,

Çocuğumla kurduğum ilişkinin kalitesinin hayatta ona bırakacağım en büyük miras olduğunu,

Kendimle ve hayatla kurduğum ilişkiyle çocuğuma nasıl model olduğumu,

Kendimden daha kötü durumdaki hayatlara üzülüp, “Beterin beteri var, haline şükret” deyip kendimi rahatlatmak yerine, yapabileceğim her tür yardım için harekete geçmeyi,

Sürekli şikâyet eden, zihni engellerle dolu, negatif insanları hayatımdan uzak tutmak istediğimi,

Her şeyden çok özgürlüğümü geri istediğimi.

Salgın aileleri yakınlaştırdı

Visit Britain’in anketine göre bu yıl aileler, farklı jenerasyondan akrabalarla birlikte tatil planı yapıyormuş. Benim de birkaç haftadır bu civarda gözlemlediğim, yakınlarımdan öğrendiğim, kızımın arkadaşlarından duyduğum kadarıyla, genelde ailelerimizle tatili tercih ediyoruz. Ya aile büyüklerinin yanına gidiliyor ya da birlikte tatile çıkılıyor. Bunun sebebi; karantina döneminde sevdiklerimize hasret kalmamız, ailemizin değerini daha çok anlamamız ya da güvenlik kaygısı olabilir ama net olan bir şey var ki salgın aileleri birbirine yaklaştırdı.

Pandeminin kazananı oyuncak olmuş

Criteo’nun, 80’den fazla ülkeden, yaklaşık 2 milyar aktif tüketicinin harcama alışkanlıklarını derlediği rapora göre, Türkiye’de evden çalışılmaya geçilmesiyle oyuncak alışverişlerinde yüzde 320’lik artış yaşanmış. Bu süreçte perakende sektöründeki tüketici alışkanlıkları inişli çıkışlı idi ancak kazanan oyuncak sektörü oldu. Evlere kapandığımız ilk günden itibaren, çocuklarla geçirilen zamanların verimli kullanılması kaygısıyla çareyi oyuncakta aradık sanırım. Haksız da değiliz ancak altını çizmek istediğim bir nokta, fazla oyuncak (fazla uyaran) çocukların ilgisini kaybetmesine ve daha çabuk sıkılmasına neden oluyor. Yaratıcılığı azaltıp, doyumsuzluğu artırıyor. Bunu da göz önünde bulundurmakta fayda var.

Bunu da sevebilirsiniz

Yorum Bırakın