YASEMİN PAKKAN RÖPORTAJI, “Öğretmen öğreten değil, birlikte öğrenen olmalı”

Zeynep İşman

Tam 43 yılda sayısız öğrencinin hayatına dokunan Yasemin Pakkan, şu sıralar tarifi zor bir heyecan içinde… 2018-2019 Eğitim-Öğretim yılında İstanbul Beykoz’da açacağı yeni okulu için eğitim kadrosunu oluşturan Yasemin Hoca, “Bu ülkeye borcum var, şimdi onu ödeme zamanı” diyor.

Yasemin Pakkan yaşamının 43 yılını eğitime ve öğrencilerine adamış, kendi alanında efsane bir öğretmen. Bugüne kadar hem pek çok devlet okulunda hem özel okullarda binlerce öğrenciye öğrenme ortağı olmuş. Öyle ki, “Öğretmenliği öğrencilerimden öğrendim” diyor. Birikimlerini aktarabilmek, hâlâ ilk günkü heyecanı ile çocuklarla buluşmaya devam etmek ve bu ülkeye bir borcu olduğuna inandığı için bir okul açmaya karar vermiş. Şu günlerde 2018-2019 Eğitim-Öğretim yılında yeni açacağı okulunun heyecanı ile yaşayan Yasemin Hoca ile doğru okul seçiminden, verimli öğrenmeye kadar pek çok konuda konuştuk. Söylediklerinin anne-babalar hatta eğitimciler için yol gösterici olacağına inanıyorum.

– Anne-babalar okul seçerken nelere dikkat etmeli?

Okul seçiminde tamamen ekibin seçilmesinden yanayım. Birincil olarak çocuğunuzu kime teslim ettiğiniz önemli. Okul bir yaşam yeri. O nedenle orada sıfır hata olmalı. Servis şoföründen ablaya, yemek personelinden hizmetlisine kadar çok önemli. Ve tabii ki öğretmen kadrosunun nasıl olduğuna bakılmalı. Güvenlik çok önemli. Az da olsa açık alanı ve yeşilliğinin olması gerekli. Diğer önemli konu okulun kadrosunun öğrenmeye açık olması ve sürekli eğitim alması. Kendini ve bakış açısını yenilemesi. Tüm bunları yaparken de tevazu sahibi bir okul olması önemli. Okulların yerleri, binaları ve fiziki koşulları elbette ki önemli ama buna çok da takılmamak gerekli. Yani süse püse, vitrine çok da aldanmamalı. Hiçbir fiziki imkanı olmayan ama muhteşem öğrenciler yetiştiren okullar var.

“Çocuğun okuldan hangi duyguyla geldiği size ipuçlarını verir”

Veliler çocuklarının okuldan eve nasıl geldiklerine baksınlar. Mutsuz, bıkkın, yorgun mu geliyor? Bazısı hâlâ enerjik oluyor ve o günü heyecanla anlatıyor. Bazısı elinde kocaman bir kitapla geliyor ve merakla onu incelemeye başlıyor. Bunlar anne babalar için çocuğun okulu sevip sevmediğine dair en büyük ipucu.

“İlkokul ve lise ayrı olmalı”

Yuva ve ilkokulun çok büyük olmamasından yanayım. Büyüdükçe aynı kalitede eğitimi vermek güçleşiyor. Okul öncesinde binalar küçük olmalı, bolca yabancı dil ve aktivite olmalı. Lisenin de ayrı olması gerektiğini düşünüyorum. Lise başka bir dünya. İlgi alanları, hayata bakışları farklı. Aynı bünyede bulunması okulu akademik olarak zayıflatıyor çünkü lisede başarı ve sınav kaygısı oluyor.

– Öğretmen kadrosu nasıl olmalı?

“Ben öğretmenim, kimseden öğrenecek bir şeyim yok” bakış açısına sahip öğretmenler olmamalı. Öğrenmeye açık öğretmenler olmalı. Dünya gelişiyor, değişiyor. Öğreten değil, birlikte öğrenen, çocuğa deneyimleme imkanı sunan, merak eden ve ettiren öğretmenler olmalı. Öğrenen okul, öğrenen öğretmen seçimi yapmalıyız.

– Verimli bir öğrenme nasıl olur?

Merak uyandırarak. Örneğin elektrik konusunu işliyoruz. Çocuğun gördüğü, hissettiği ihtiyaçtan yola çıkıldığında öğrenme daha kalıcı, verimli olur. Sınıftaki lambanın ışığı nasıl, nereden geliyor? Duvardaki kablolar, binadaki sigorta, mahalledeki trafo, şehir dışında yüksek gerilim hatları ve barajlar gibi. Ezber buz üzerine yazı yazmaktır. Boşuna bir uğraştır. Konuyu açacak ilginç birkaç cümle ile sonucu onların bulmasını sağlamalıyız.

– 17 Mayıs Okul Dışarıda Günü idi. Açık havada eğitimi desteklediğinizi her zaman söylüyorsunuz, bunun eğitime katkısı neler?

Öğrenme ortamını sınıfla sınırlandıramayız. Fırsat eğitimi her yerde ve her zaman yapılabilir. Öğretimi sınıf duvarlarının arasına hapsettiğimizde yaşam alanı olan okulu değerlendirmemiş oluruz. Doğada ve açık havada öğretim çok daha keyifli ve kalıcı olur. Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda günün yarısını bahçede geçirirdik. Özelikle yazma etkinliğine gerek duyulmayan derslerin tamamını hava koşulları uygun ise çimenlerde yapardık.

Akademik dersler arasında on dakika bile olsa bahçe oyunları, yarışmalar düzenlerdik. Dünya öğrenmeyi kalıcı ve kolay bir hale getirmek için uğraş veren eğitim bilimcilerle dolu. Bu konuda öğretmen eğitimleri vererek öğretmenleri sınıf dışına alıştırmamız gerekiyor. Deneylerimizi bahçede yapabiliriz. Çamurlu suyun içindeki planktonları yerinde gözlemleyebiliriz. Kurbağanın başkalaşımını her gün izleyebiliriz. Mevsimlere göre bitkilerin ve hayvanların değişimlerini gözlemleyebiliriz.

– Çocuğa sorumluluk nasıl kazandırılır?

Yapabileceği işleri ellerinden almayarak. Kendi işini kendisinin yapması konusunda fırsat yaratarak. Yatağını kapatabilir, tabağını mutfağa taşıyabilir, kurabiyeye şekil verebilir. Çorabını kendi giyip, giysilerini katlayabilir. Ona ihtiyacınız olduğunu hissettirmek çok önemli. Yardım istemeliyiz ondan. Yardım etmenin yüceliğini, kendine yetmenin sağladığı özgüveni hissetmeli.

“Yaramazlık diye bir şey yok”

Çocukları yaramaz diye etiketlemeyi son derece yanlış buluyorum. Yaramazlık diye bir şey yok, merak var. Çocukla aynı frekansta olursak yaramazlık falan da olmaz. Çocuk bir şey yaptığında siz de dahil olun ona. Çocuklarla konuşurken onları incitmemeli. O zaman her şey normale dönüyor. Baskısız, yaptırımsız, otokontrolle yaşanan bir okul mümkün.

Aileler fedakarlıklar yapıyor ama aile bütçesini de göz önünde bulundurmak şart. Bütçeleri kısıtlıysa, iyi öğretmeni olan devlet okulu araştırsınlar. Öğretmenlerin, velilerin inisiyatif aldığı çok iyi devlet okulları var. Dediğim gibi önemli olan öğretmen ve okul kadrosu.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pazar/ogretmen-ogreten-degil-birlikte-ogrenen-olmali-2672015

Bunu da sevebilirsiniz

Yorum Bırakın