Zeynep İşman
  • Hakkımda
  • Eğitim
  • Yazılar
    • Tümü Röportajlar
      Yazılarım

      DOLU DOLU BİR YAZ

      01/08/2020

      Yazılarım

      “Dünyayı değiştirecek şefkat evde başlar”

      25/07/2020

      Yazılarım

      Sanatla dolu yaz tatili için

      11/07/2020

      Yazılarım

      Bu günleri unutmayalım ama takılıp kalmayalım da…

      28/06/2020

      Yazılarım

      “Dışarısı güvensiz” değil “Evimiz güvenli”

      27/06/2020

      Yazılarım

      Çalışan ebeveynler isyanlarda

      26/06/2020

      Yazılarım

      Her liselinin bir mentoru/koçu olsa…

      25/06/2020

      Yazılarım

      Yolun solunda maske takmak zorunlu, sağında çıkarabilirsin!

      24/06/2020

      Röportajlar

      MEHMET TONER RÖPORTAJI, ‘Bir deney, bin okumaya bedel’

      01/09/2018

      Röportajlar

      JUDİTH MALİKA LİBERMAN RÖPORTAJI, Masal dinleyen çocuk hayata…

      18/08/2018

      Röportajlar

      NASUH MAHRUKİ RÖPORTAJI, ‘Çocukları bağımlılıktan kurtarmanın en iyi…

      04/08/2018

      Röportajlar

      NİLÜFER DEVECİGİL RÖPORTAJI, “Doğal oyun oynamayanlar problemli yetişkinler…

      21/07/2018

      Röportajlar

      FUNDA ARAR RÖPORTAJI,

      07/07/2018

      Röportajlar

      SİNAN CANAN RÖPORTAJI, ‘Pornografi ergen beynini bozuyor’

      23/06/2018

      Röportajlar

      AHMET KEMAL ŞENPOLAT RÖPORTAJI, “HAYVAN KARNE HEDİYESİ DEĞİLDİR”

      09/06/2018

      Röportajlar

      BAHAR ERİŞ RÖPORTAJI, “NASA’da çalışan her iki kişiden…

      02/06/2018

  • Önerdim Gitti
    • Tümü Çocuk – Kitap Yetişkin – Film Yetişkin – Kitap
      Önerdim Gitti

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Önerdim Gitti

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Boşluk

      14/04/2018

      Çocuk – Kitap

      Denizin Altında

      17/03/2018

      Yetişkin – Film

      The Hunt

      07/04/2018

      Yetişkin – Film

      3 Generations

      10/03/2018

      Yetişkin – Film

      Mucize

      17/02/2018

      Yetişkin – Film

      Aramızda Bebek Var

      10/02/2018

      Yetişkin – Film

      Lion

      30/12/2017

      Yetişkin – Film

      Gifted

      23/12/2017

      Yetişkin – Kitap

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Yetişkin – Kitap

      Doğadaki Son Çocuk

      25/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Aktörlük Sanatı

      01/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Çocuklar için beş sevgi dili

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Bir kurbağa gibi sakin ve dikkatli

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Marshmallow testi

      10/03/2018

  • 2 İleri 1 Geri
    • 2 İleri 1 Geri

      Roma

      10/05/2016

      2 İleri 1 Geri

      Prag

      01/09/2015

      2 İleri 1 Geri

      Paris

      10/09/2013

      2 İleri 1 Geri

      St. Petersburg

      05/03/2012

  • Birlikte Büyüyoruz
  • İletişim
Zeynep İşman
  • Hakkımda
  • Eğitim
  • Yazılar
    • Tümü Röportajlar
      Yazılarım

      DOLU DOLU BİR YAZ

      01/08/2020

      Yazılarım

      “Dünyayı değiştirecek şefkat evde başlar”

      25/07/2020

      Yazılarım

      Sanatla dolu yaz tatili için

      11/07/2020

      Yazılarım

      Bu günleri unutmayalım ama takılıp kalmayalım da…

      28/06/2020

      Yazılarım

      “Dışarısı güvensiz” değil “Evimiz güvenli”

      27/06/2020

      Yazılarım

      Çalışan ebeveynler isyanlarda

      26/06/2020

      Yazılarım

      Her liselinin bir mentoru/koçu olsa…

      25/06/2020

      Yazılarım

      Yolun solunda maske takmak zorunlu, sağında çıkarabilirsin!

      24/06/2020

      Röportajlar

      MEHMET TONER RÖPORTAJI, ‘Bir deney, bin okumaya bedel’

      01/09/2018

      Röportajlar

      JUDİTH MALİKA LİBERMAN RÖPORTAJI, Masal dinleyen çocuk hayata…

      18/08/2018

      Röportajlar

      NASUH MAHRUKİ RÖPORTAJI, ‘Çocukları bağımlılıktan kurtarmanın en iyi…

      04/08/2018

      Röportajlar

      NİLÜFER DEVECİGİL RÖPORTAJI, “Doğal oyun oynamayanlar problemli yetişkinler…

      21/07/2018

      Röportajlar

      FUNDA ARAR RÖPORTAJI,

      07/07/2018

      Röportajlar

      SİNAN CANAN RÖPORTAJI, ‘Pornografi ergen beynini bozuyor’

      23/06/2018

      Röportajlar

      AHMET KEMAL ŞENPOLAT RÖPORTAJI, “HAYVAN KARNE HEDİYESİ DEĞİLDİR”

      09/06/2018

      Röportajlar

      BAHAR ERİŞ RÖPORTAJI, “NASA’da çalışan her iki kişiden…

      02/06/2018

  • Önerdim Gitti
    • Tümü Çocuk – Kitap Yetişkin – Film Yetişkin – Kitap
      Önerdim Gitti

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Önerdim Gitti

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Boşluk

      14/04/2018

      Çocuk – Kitap

      Denizin Altında

      17/03/2018

      Yetişkin – Film

      The Hunt

      07/04/2018

      Yetişkin – Film

      3 Generations

      10/03/2018

      Yetişkin – Film

      Mucize

      17/02/2018

      Yetişkin – Film

      Aramızda Bebek Var

      10/02/2018

      Yetişkin – Film

      Lion

      30/12/2017

      Yetişkin – Film

      Gifted

      23/12/2017

      Yetişkin – Kitap

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Yetişkin – Kitap

      Doğadaki Son Çocuk

      25/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Aktörlük Sanatı

      01/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Çocuklar için beş sevgi dili

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Bir kurbağa gibi sakin ve dikkatli

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Marshmallow testi

      10/03/2018

  • 2 İleri 1 Geri
    • 2 İleri 1 Geri

      Roma

      10/05/2016

      2 İleri 1 Geri

      Prag

      01/09/2015

      2 İleri 1 Geri

      Paris

      10/09/2013

      2 İleri 1 Geri

      St. Petersburg

      05/03/2012

  • Birlikte Büyüyoruz
  • İletişim
Kategori:

Röportajlar

MEHMET TONER RÖPORTAJI, ‘Bir deney, bin okumaya bedel’

Zeynep İşman 01/09/2018

Kanser üzerine buluşlarıyla dünyada çığır açan, ünlü Türk bilim insanı, Harvard Üniversitesi profesörlerinden Mehmet Toner ile bilim ve çocuk konuştuk.

Yaşadığımız kültürde “İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir”, “Merak kediyi öldürür” diyerek büyütülüyoruz. Çok soru sormak, sorgulamak ve meraklı olmak olumsuz olarak algılanıyor. Sonra da ülkemizden neden bilim adamı çıkmıyor, yeni icatlar neden yok diye yakınıyoruz. Oysa ki bilim sandığımız kadar uzak değil, bilim hayatın ta kendisi. Bu hafta, uzun yıllardır hayranlıkla takip ettiğim, araştırmaları ve buluşlarıyla tıp bilimine yön veren, YGA (Young Guru Academy) Danışma Kurulu üyesi, Harvard Üniversitesi Profesörü Mehmet Toner ile çocuklara bilimi nasıl sevdiririz hakkında konuştuk.

– Bilimden bu kadar uzak bir toplum olmamızın nedeni ne?

Ben bir bilim insanı olarak, bilimi “meraklı insanın hakikati araması” olarak tanımlıyorum. Her çocuk güçlü bir merak güdüsüyle doğuyor. Yani, her çocuk bir bilim insanı olarak doğuyor. “Açma bozarsın”, “Elleme kırarsın” diyerek içlerindeki merak duygusunu törpülüyoruz. Çocukların merak etmelerine, gerçeği aramalarına, keşfetmelerine izin verdiğimizde, doğal olarak bilime yaklaşıyorlar. Meraklı insan öğrenmesini seviyor ve sürekli bilgisine bilgi katıyor. Hangi meslek olursa olsun bilgili olmak başarıya giden yol için çok önemli bir unsur.

– Bilimden ve matematikten neden bu kadar korkuyoruz?

İnsan uzak ve zor olandan korkar. Bilim insanını, beyaz önlüğü ile laboratuvarlarda çalışan, toplumdan kopuk kişiler olarak görüyoruz. Çalıştıkları konuları da zor ve sıkıcı buluyoruz. Halbuki çocuklarımıza bilimin kitaplarda, laboratuvarlarda değil, hayatın içinde yanı başımızda olduğunu göstermeli; deneyince ne kadar kolay olduğunu keşfetmelerini sağlamalıyız. Bilim adamı soru soran ve soruya doğru cevabı bulmaya çalışan biri; çok keyifli bir yolculuk aslında. O kadar korkmamak, gençleri ürkütmemek lazım!

– Bilimle ilgilenmek için, illa bilim insanı mı olmak gerekli?

Herkesin bilim insanı olması gerekmiyor. Bilimi bir dil gibi düşünebiliriz, nasıl ki Çince konuşan bir insan ile anlaşmak için Çince öğrenmemiz gerekiyor, hayatı daha iyi anlamak için de hayatın dilini konuşabilmemiz gerekiyor. Hayatın dili bilim ve bu dili konuştuğunuzda hangi mesleği yaparsanız, neyle uğraşırsanız o alanda yeni şeyler keşfedebiliyorsunuz.

– Çocuklara / gençlere bilimi nasıl sevdiririz?

Einstein “Oyun, eğlence ve bilgiyi deneyle birleştirin. Denemeyen insan bilmeyen insandır. Bilimin asıl kaynağı deneydir” diyor. Bir deney, bin okumaya bedel. Bu yüzden çocuklar da bilerek, deneyerek, hata yapıp, hatalarından öğrenerek, özgüvenle yetişmeli. Örnek olarak, çantalarda kullanılan cırt cırt bandı, bir köpeğin tüylerine yapışan ‘pıtrak otundan’ ilham alarak ortaya çıkmış. Çocuk etrafına meraklı gözle bakmaya devam ettiğinde ve doğadan ilham aldığında, bilimin ne kadar yakın olduğunu görebiliyor ve sevmeye başlıyor.

– İyi bir bilim insanı olmak için neye ihtiyaç var?

İyi bir bilim insanı, faydalı bilim yapar ve faydalı bilim için sadece akıl yetmez; aklın ve kalbin birlikte olması lazım. Hızlı gitmek isteyenler, kalplerini yolda bırakmayı tercih edebiliyorlar. Kalbi ile karar vermenin kendilerini yavaşlatacağını düşünüyorlar. Oysa dünyayı olumlu yönde değiştiren tüm liderler, yolculukta kalbini bırakmadı ve hem akılları, hem kalpleriyle karar verdiler. 2. Dünya Savaşı döneminde içerisinden gaz sızmayacak odaları inşa edenler o dönemin en iyi bilim insanlarıydı. İşte kalbi kenara koymanın sonuçları bunlar.

– Türkiye’deki gençlere tavsiyeniz ne olur?

Mesleğim gereği kanser araştırmaları üzerine çalışıyorum. Kanser hücrelerini incelediğimizde, vücuttaki trilyonlarca hücrenin arasında bir tanesinin sürekli, “Ben” deyip, işini yapmadığını, bencilce bütün gıdaları kendisine aldığını görüyoruz. Bu hücreler çoğaldıkça önce yaşadıkları organı, sonrasında vücudu öldürüyor. Bununla gençler ve geleceğimiz arasında çok güzel bir analoji var. Ben gençlerle bir araya geldiğimde umutla doluyorum. Gençler artık sadece kendileri için değil, kendilerinden büyük bir amaç için çalışmak istiyorlar. Anlam arayışındaki gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Yeter ki biz ebeveynler olarak onların önüne kendi hırslarımızı, kendi başarı tanımımızı koymayalım. Çünkü ancak kendi küçük çıkarlarını aşabilen insanlar; kanser hücresi gibi ‘ben’ değil, ‘biz’ diyebilenler sürdürülebilir başarıyı yakalayabilir.

YGA BİLİM PROJESİ LİDERİ CEMİL CİHAN ÖZALEVLİ: HEDEF 3 YILDA 2.5 MİLYON ÇOCUĞA ULAŞMAK

– YGA’nın bilim konusunda yaptığı çalışmalar neler?

YGA’da, Nobel Ödüllü bilim insanı Prof. Aziz Sancar, Harvard & MIT’den Prof. Mehmet Toner ve Prof. Doğan Cüceloğlu’nun danışmanlığında, çocuklara bilimi sevdirmek için bazı projeler yürütüyoruz. Bu kapsamda Twin Bilim Setlerini geliştirdik. Twin, özel tasarlanmış kendin yap deneylerden oluşan, çocuklar için öğretici ve eğlenceli bir bilim seti. Mıknatıs yardımı ile kolayca birleştirilebilen elektronik bloklar ile teknolojik cihazların çalışma mantığını anlatıyor. Twin Bilim Setleri ile karmaşık teknolojilerin aslında ne kadar kolay olduğunu anlatarak; çocukların teknolojiyi sadece kullanan değil, aynı zamanda üreten bireyler olarak yetişmesini amaçlıyoruz.

– Bu zamana kadar kaç gence ulaştınız?

5 yıldır Anadolu’nun her köşesinden 5 bin çocukla bilim seansları gerçekleştirdik. Bir yıldır da Türkiye’de öğretmenlere gönderdiğimiz bilim setleriyle 25 bin çocuğa ulaştık. Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığımız protokol kapsamında, ortaokullara bilim setleri gönderebileceğiz. Hedefimiz 3 yılda 2.5 milyon çocuğa ulaşmak.

– Gençlerin deneylere ve bilime karşı ilk tepkisi nasıl?

Önce mesafeli duruyorlar. Bu mesafe korkularından, kendilerini yetersiz hissetmelerinden kaynaklanıyor. Örneğin onlara Tesla’nın otonom arabalarının bir filmini gösteriyoruz. Hepsi çok heyecanlanıyor. “Peki siz kendi otonom, sürücüsüz arabanızı yapabilir misiniz?” diye soruyoruz. Sonra da Twin modülleri ile otonom arabalar yapıyoruz. Seansın başında “Ben yapamam” diyen çocuklar, seans sonunda “Ben de yapabilirim” diyor ve özgüvenleri artıyor. Çocuklarda bilimin zor ve sıkıcı algısı; bilim sevgisine dönüşüyor.

ZEYNEP İŞMAN

http://www.milliyet.com.tr/bir-deney-bin-okumaya-bedel-/zeynep-isman/cumartesi/yazardetay/01.09.2018/2733800/default.htm

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

JUDİTH MALİKA LİBERMAN RÖPORTAJI, Masal dinleyen çocuk hayata hazırlanır

Zeynep İşman 18/08/2018

15 yıldır Türkiye’de yaşayan Fransız masal anlatıcısı, eğitmeni ve sanat terapisti Judith Malika Liberman ile masalın ve masal anlatmanın çocuklar için önemini konuştuk.

Judith ile tanışana kadar kızıma masal anlatmayı sevdiğim söylenemezdi. Çünkü klasik masallar beni rahatsız ediyordu ve masal üretecek yaratıcılıkta olmadığımı düşünüyordum. Geçen yıl katıldığım “Anlatma Okulu”nda masallar dünyasına harika bir yolculuk yaptım. O zamandan beri masallara bakışım değişti, uyku öncesi zamanlarımız şenlendi, sohbetlerimiz zenginleşti. Anne-babaların masallardan korkmaması gerektiğini, masalların çocukları gerçek hayata hazırlayan korunaklı alanlar olduğunu söyleyen Judith, “Herkes masal anlatabilir çünkü herkesin cebinde bir hikayesi vardır” diyor.

– Anne babalar kitap okuyor ama masal anlatmakta neden zorlanıyor?

Kitap okumak elbette çok değerli, faydası çok. Ama anlatmak bambaşka bir şey ve ikisine de yer açmalı. Masal anlatırken bir metne bağlı kalmadığımız için yaratıcılığımızı kullanıyoruz. Yaratıcılık riske atılmak demek, cesaret istiyor. Bir kalkanın arkasına saklanır gibi kitap okumanın arkasına saklanırsak, yaratıcı cesaret örneği olamayız. Masal anlatarak, yaratıcılığa, cesarete, hata yapmaya, uydurmaya, saçmalamaya izin veriyoruz. Çocuklar kitap okuma ritüeline alıştıysa, masal okunmasından hoşlanmayabiliyor. Ritüeller güven verir, bu nedenle çocuklar her gün aynısını ister. Ebeveyn birdenbire “Bugün sana masal anlatacağım” dediğinde çocuklar korkuyor ve istemiyor. Sonra ebeveynler “Çocuğum masal anlatılmasını sevmiyor” diyor. Halbuki bu doğru değil. Uyku öncesi ritüeli varsa onu bozmadan, anlatmayı hayatın başka bir yerine sokmamız gerekiyor.

– Herkes masal anlatabilir mi?

Anlatmak, kaotik ve karmaşık hayattan bir ip çekerek, sadeleştirmek, bir sıraya oturtmaktır. Her zaman hepimizin cebinde bir hikaye var. Ama önce şunu anlamalıyız. Anlattığımız her hikaye Harry Potter olmak zorunda değil. Anlattığımız hikaye çok sade ama ne kadar hayattan ilham alıyorsa, çocuğa da o kadar ilham verir. Kitap okuyamadığımız zamanlarda -mesela araba kullanırken- hikaye anlatmanın tam zamanıdır. Çocuklar ebeveynlerinin çocukluk hikayelerine bayılırlar. Akşamları fotoğraf albümünü çıkarsınlar ve oradan bir hikaye anlatsınlar. Ortak hikayeleri olan insanlar ailedir. Hikaye anlatmak anlamlandırmaktır. Hayatın yaşadıkların değil, anlattıklarındır.

– Anlatmanın çocuk gelişimi açısından faydaları nedir?

Yaratıcılık, cesaret ve dil gelişimi dışında çocuğu hayata hazırlıyor. Çocuklar için dünya çok kaotik. Hikayeler çocuğu alışılmadık bir dünyaya alıştırabilir. Güvenli olmayan bir durumu güvenli kılabilir. Çünkü bir deneyim yaşamadan önce uçuş simülasyonu gibi bizi buna hazırlıyor. Okula başlayacak çocuk merak eder, biz de okul hakkında hikayelerle çocuğu okula hazırlarız ve okula gittiği ilk gün, onun ilk günü olmaz. Çocuklara öngörebildiğimiz kadar her şeyi önceden anlatabiliriz. Önden bilgilendirmek çocuklara güven verir.

– Ebeveynler neden masallardan korkuyor ve değiştiriyor?

Ebeveynler çocuklarının başına hiçbir şey gelmemesini istiyor. Ama maalesef dünyanın gerçekliği bu değil. Çocuğumuz fakirlik tanımıyor olabilir ama kıtlık her sosyal ortamda yaşanabilen bir şey. Masallarda kahraman kuyunun dibine atılıyor, sevdiğini kaybediyor, adaletsizlik yaşıyor. Ölümden, düşmekten, yokluktan bahsetmemek yerine, bunlar başımıza gelebilir ama biz dirençliyiz, bunların üstesinden gelebiliriz demeliyiz. Çocuğu şimdiden bu dünyaya hazırlamak için çocuklara masal anlatalım. Masalların içinde kötü bir şey olması önemli değil. Önemli olan sonunun iyi bitmesi. Ben sonu kötü biten masal anlatmam. “Kibritçi Kız” anlatmam mesela. Çocuğa aktarmak istediğim; başına kötü bir şey gelir ama sen çözüm bulabilirsin. Hansel ve Gretel dinleyen bir çocuk, bilir ki hayatta kaybolabilirim ama dönüş yolumu bulabilirim. Mesela süpermarkette kaybolduğunda oturup ağlamak yerine, ne yapabileceğini düşünür.

– Masallardaki üvey anne, cadı gibi semboller ne anlama geliyor?

Modern psikoloji iyi anne ve kötü anneden bahseder. İlk 6 ay çocuk ne yaparsa yapsın her şeyi kabul ediyoruz. O dönem anne, iyi anne. Ama büyüyüp bazı kurallar konulunca, ödev yapmalısın, odanı temizlemelisin, ıspanak yemelisin diyen kötü anne. Masallar bu ikilemi anne ve üvey anne olarak simgeliyor. Çocuklarının ona olan öfkesini duymak, annelerin hoşuna gitmeyebiliyor. Ama bir masal anlattığımızda bir karakter yaratabiliriz. Ve bu üvey anne, özgürce nefret edebildiğimiz bir karakter. Bu sayede gün içinde öfke duyduğumuz otorite figürlerine sarılabiliriz. Masallar bir korku var etmez. Var olan bir korkuyu ifade etmek için simgesel bir dil verir. Bu nedenle de şükretmeliyiz.

“Mutlu sonla bitmesi önemli”

– Hangi yaşa hangi masallar anlatılmalı?

4 yaştan önce hayvan masallarını öneriyorum. Ya da günlük hayattan, aileden çıkan hikayeleri tavsiye ediyorum. 4-5 yaştan sonra çocuklar geleneksel masalları dinlemeye başlayabilir. Ama masalların mutlu sonla bitmeleri önemli. 9-10 yaşında çocuklar korku ve bilgelik masalları seviyor. Ergenler için ise mitolojik masallar harika. Daha büyük yaşlara, hayal kurmak dışında gerçek hayatta işine yarayacak hikayeler anlatmak gerekiyor. Kendimizi ve çocuğumuzu iyileştirmek için hikaye anlatmayı bırakmayalım.

“Hikayeler yaralarımızı iyileştiriyor”

– Çocuklar neden hep aynı hikayeyi duymak istiyor?

Çünkü duymak istediği hikaye ona iyi geliyor. Beyin hikayenin içindeki olayları gerçekten yaşıyor. Ya orada çözmeye çalıştığı bir şey var ya da pekiştirmek istediği bir deneyim var. Hikayeler yaralarımızı iyileştiriyor. Biz yetişkinler de yapıyoruz. Acı veren hikayeleri anlatmak istiyoruz. Travma yaratmamak için hikaye anlatmalıyız.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/masal-dinleyen-cocuk-hayata-hazirlanir-2726190

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

NASUH MAHRUKİ RÖPORTAJI, ‘Çocukları bağımlılıktan kurtarmanın en iyi yolu doğa’

Zeynep İşman 04/08/2018

Macera, aksiyon ve başarılarla dolu geçen bir hayatın ardından, eşi Mine Mahruki ile birlikte çocuklara doğayı sevdirmek amacıyla “Doğada Liderlik” kampları düzenleyen Nasuh Mahruki ile çocuk gelişiminde doğanın önemini ve çocuklarıyla ilişkisini konuştuk.

Milli sporcu, profesyonel dağcı, yazar ve fotoğrafçı Nasuh Mahruki’nin evine girdiğimde yaptığı tırmanışlardan, dalışlardan, motorla dünya gezilerinden, AKUT çalışmalarından kalan eşyalardan, çektiği fotoğraflardan gözlerimi alamadım. Evin her köşesi yaşanmışlıklarla dolu. Müzede ise binden fazla ödül ve plaket var. Böylesine dolu geçen bir hayat sonrası, şimdilerde eşi Mine Mahruki ile çocuklar için doğada liderlik temalı kamplar düzenliyor. Beş yaşındaki oğlu Barlas, üç yaşındaki kızı Bilge, köpekleri, bahçedeki kaplumbağaları, tavukları ve kuşlarıyla evlerinde beni ağırlayan Mahruki çifti ile sıcacık bir sohbet gerçekleştirdik.

– “Nasuh Mahruki Doğada Liderlik Okulu” ile neler yapıyorsunuz?

Doğa sporlarına çok genç yaşta başladım ve uzun zamandır böyle bir proje aklımdaydı. Çocuk sahibi olduktan sonra haliyle hayatımızın merkezi çocuk oldu. Eşim Mine ile artık hayalimizi gerçekleştirelim dedik ve 2 yıl önce kamplara başladık. Durusupark’ta çok güzel bir yerimiz var. Bu kamplarla çocuklara doğa ve doğa sporları bilincini aktarmaya, doğayı sevmeyi ve korumayı göstermeye çalışıyoruz. Kampçılık, doğada yön bulma, iple düğüm teknikleri, barınak yapma, çadır ve uyku tulumu hazırlama, doğada ne, nasıl kullanılır, nelere dikkat etmeli gibi çok temel kampçılık eğitimi veriyoruz. Doğada Liderlik Okulu’nun altında farklı kamplar var. 7-15 yaş arası çocuklar için, 4 gece-5 günlük kamplar var. Bir de anne-çocuk ve baba-çocuk kampları var. Ebeveynler çocuklarıyla birebir vakit geçiriyor. Bu paha biçilemez.

– Doğada olmanın çocuğa faydası ne?

Her şeyden önce asıl özüne, gerçek benliğine yakınlaşmasını sağlıyor. Çünkü hepimiz doğanın çocuğuyuz. Uzun yıllar avcı-toplayıcı idik. Modern hayat çok yeni. Doğanın her koşulunu çok iyi biliyoruz aslında. Etrafımıza ördüğümüz beton kentler bizi özümüzden uzaklaştırıyor. Biz insanları özüne yaklaştırmaya çalışıyoruz. Doğadan ne kadar koparsanız o kadar kendinize yabancılaşırsınız. Doğayı ve şehir hayatını dengeli yaşamak zorundayız.

– Malum hem koşullarımız hem kültür gereği doğayla çok iç içe olamıyoruz. Anne-çocuk ve baba-çocuk kamplarındaki gözlemleriniz nasıl?

Bizim kamplara gelenler genelde daha önce kamp deneyimi olan insanlar. Sonuçta doğa bizim kontrolümüz dışında, riskli alanlardan oluşuyor. İşin kitabına, kuralına uygun hareket etmek gerekiyor; biz de onu uygulamaya çalışıyoruz. Temel bazı farkındalıklar yaratıyoruz. Devam etmek isteyenler bir ileri seviyeye geçiyor. Mesela takım oyunları yapıyoruz. İş birliği ve uyum ile yapabilecekleri aktiviteler oluyor. Bu da ayrı bir beceri. Her kafadan bir ses çıkarsa kimse bir şey yapamıyor. Ama bunu hemen fark ediyorlar. Liderler ön plana çıkıyor. Birbirlerini keşfediyorlar.

“Çocuklarla hayata yeniden başlıyorsunuz”

– Macera ve aksiyon dolu bir hayat yaşadınız. Şimdi çocuklu hayat nasıl?

Ben hep çocuk istiyordum. Geç baba oldum ama zaten yaşam planım buna göreydi. Her sağlıklı kadının ve erkeğin çocuk deneyimi yaşaması gerekli diyorum. Hayatta başka hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Hayata yeniden başlıyorsunuz ve kendi çocukluğunuzla ilgili de pek çok şeyi yeniden deneyimliyorsunuz.

– Çocuklarınızla birlikte nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Ben onları bol bol bahçeye çıkarıyorum. Hayvanlarımız var. Bunların bakımı çok vakit alıyor. Her gün kaplumbağa ve tavuklara yemek organize etmek bile bir sorumluluk. Ben çocukluğumda hayvanlara çok düşkündüm. Hâlâ çoğu şeyle uğraşıyorum. Bu duyguyu Barlas ve Bilge ile de paylaşmaya çalışıyorum.

– Çocuklarınızın teknoloji ile arası nasıl?

Çocuklarımız dijital dünyanın içine doğdu. Analog dünyayı bilmiyorlar bile. Tabii ki bundan mahrum bırakmak doğru değil. Çünkü gelecek böyle bir gelecek. Ama doğadan kopmamak şartıyla. Biz her kampa Barlas ve Bilge ile gidiyoruz. Onlara da çok iyi geliyor. Barlas’la iPad konusunda mücadele halindeyiz. Okuldan gelince bir zamanı var ama kısıtlı. Günümüzde her şeye sınırsızca ulaşabiliyorlar. Bağımlılık jenerasyonu oluştu. Her şey elinin altında ve bir tuş ile ulaşabilir. Çocukların özgür iradeleri ile bundan kaçınmayı öğrenmeleri çok önemli. Bunun da en kolay yolu doğa.

“Potansiyeli erken yaşta keşfetmeliyiz”

– Başarılarla dolu bir hikayeniz var. Baba Nasuh Mahruki olarak, başarı, liderlik gibi konularda ne düşünüyorsunuz?

Herkes bir kere geliyor hayata. Herkesin kendine özgü bir yeteneği var. Allah vergisi bir şey. Önemli olan onu bulmak. Çocukları da yeteneklerine göre yönlendirmeli. Gelişmiş ülkeler, çocuklara birbirleriyle değil, kendileriyle yarışacak bir eğitim modeli sağlıyor. Bizde ise herkes aynı borudan geçecek. Halbuki biri şişman, biri zayıf, biri güçsüz. Bunu değiştirmek gerek. Türkiye’nin yaş ortalaması çok genç. Geleceğimiz için bunu doğru kullanmak çok kıymetli. Gençlerin içindeki potansiyeli erken yaşta keşfetmeliyiz. Türk gencini ve sporcusunu başarıya ulaştırmak için desteklemeliyiz. El birliğiyle dünya çapında başarılara imza atmak çok basit.

Benim notum:

Doğanın öneminin hepimiz farkındayız, ihtiyacımız olan kendimize ve çocuğumuza bu alanları yaratabilmek. Bu konuda bana yol gösteren Richard Louv’un “Doğadaki Son Çocuk” kitabını, tüm anne-babalara öneririm.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/cocuklari-bagimliliktan-kurtarmanin-en-iyi-yolu-doga-2718067

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

NİLÜFER DEVECİGİL RÖPORTAJI, “Doğal oyun oynamayanlar problemli yetişkinler oluyor”

Zeynep İşman 21/07/2018

Doğal ebeveynlik, bağlanma ve mindfulness eğitimleri ve oyun terapileriyle pek çok ailenin yoluna ışık olan psikolog Nilüfer Devecigil ile oyunun önemini konuştuk.

Nilüfer Devecigil, pek çok anne-baba gibi bana da şifa olan bir terapist. İki yıl önce oyun terapilerini yaptığı odasına girdiğimde, oyun oynamaya dair bildiğim her şey yerle bir oldu ve sıfırdan başladım. Peki ebeveynler olarak oyun oynamakta neden zorlanıyoruz? Oyunun önemi ve gücü ne? Oyun oynamayı bilirsek ne kazanırız? Doğduğumuz andan itibaren oyun oynamayı bilen varlıklar olduğumuzu söyleyen Devecigil, “Çocukların başarılı, kendine güvenen, sosyal yetişkinler olmaları için oyun oynayacak zamanlar yaratmalıyız. Oyun bir zaman kaybı değildir” diyor.

– Çocuk gelişimi için oyun neden bu kadar önemli?

Oyun çocuğun dilidir ve daha doğduğu andan itibaren başlar. Çocuklar başka türlü iletişim kurmayı bilmezler. Çocuğun kendini ifade edebilmesi, sinir sisteminin gelişimi, dış dünyaya uyumlanabilmesi, ilişki kurabilmesi, ebeveynine güvenli bağlanabilmesi için oyun çok önemlidir. Biz farkında olmadan, “Ah canım burdayım, hanimiş, burnu burda” gibi söz ve hareketlerle çocuğa uyumlanıyoruz. Sonra bunlar yavaş yavaş diyaloğa dönüyor, ayaklarını öpmek, fış fış kayıkçı, ce-ee oyunu… Bunlar gelişim süreçleri içerisinde çocuğun ebeveyninden ayrılmayı, kendi kendini sakinleştirmeyi, geçişleri öğrenmesi açısından inanılmaz değerli. Eğer ebeveynlerimiz bizle oynamadıysa, yapamıyoruz. Ama bunu öğrenebiliriz. Emzirirken bile ilişki ve oyun var. “Çok mu acıkmış kuzum” diyoruz, o sırada karnı acıkmış ve sinir sistemi uyarılmış bebeğimizin farkında olmadan sinir sistemini sakinleştiriyoruz.

– Günümüzde sokak oyunlarının yerini oyun merkezleri aldı, bunların etkileri neler?

Spontan yani kendiliğinden oyunu mahvettik. Çocuğu hep yapılandırılmış şeylere sokuyoruz. Aktiviteler, kurslar spontan şeyler değil. Doğal oyun kalmadığı için bugün pek çok çocukta regülasyon problemi yaşıyoruz. Sokak oyununda doğal olarak regülasyonu pratik ederdik. Yaratıcılık, öğrenme, dikkat becerisi doğal oyunlarla öğrenilirdi. Ama şimdi kapalı kapılar altında, bilgisayar başında ya da oyun ablalarıyla söyleneni yapmayı pratik ediyor. Sonra da diyoruz ki bu çocuk neden sıkılıyor, oturamıyor bir türlü. Çünkü hareketsiz oturma müthiş bir regülasyon becerisi gerektirir. Bir travma yaşamış ve hiç spontan oyun oynayamamış çocuklar problemli yetişkinler oluyor. Ama tabii travma yaşamış çocuğun spontan oyun oynamasını da beklemiyoruz.

– Duyu bütünleme bozukluğunun bu kadar çok olmasında bunun bir etkisi var mı?

Hiçbir şeyin tek bir nedeni olamaz. Ama mesela bebekler artık yüzükoyun yere konmuyor. Battaniye falan koyuyorlar. Onu yapma bunu yapma, oyun alanı yaratamıyoruz sonrasında da duyusal alanlarda sorun yaşıyoruz. Teknolojiyi çok kullandırarak bu hakkı çocukların elinden alıyoruz. Oyun oynamadığı için duyusalı gelişmiyor. Can sıkıntısı ile başa çıkamadığı için regülasyonu gelişmiyor. Hepsi birbiri ile bağlantılı.

– Ebeveynler doğal oyun oynamakta zorlanıyorlar ama?

Oyunun anlamını bilmek çok önemli değil. Çocuk etraftaki her şeyi oyunla pratik ediyor. Sürekli oyunla bir şeyler anlatıyor bize. Anlattığı şeyi anlamasak da anlatmasına izin vermek inanılmaz değerli. Diyelim ki annesinin işe gitmesinde zorlanıyor. Kendi anne oluyor, annesi bebek. İşe gidiyor ve annesine ağla diyor. Ebeveynin yapacağı şey, ağlamak ve çocuğun duygusunu hissettirmek. Ama ebeveynler çocuğu sakinleştirip öğreten pozisyona geçiyor. Ya da çocuk oyunda kötü şeyler yapıyor, yalan söylüyor diye ebeveyn korkuyor. Halbuki oyunda öğrenmeye, deneyimlemeye çalışıyor. Oyunun içerisinde güç çocukta ve ben ebeveyn olarak sadece çocuğumun bana verdiği rolü oynamalıyım. Müdahale edince çocuk hiçbir şey anlatamıyor.

– Oyun oynamakta zorlanmanın üstesinden nasıl gelebiliriz?

Güvenli bağlanma, çocuğun ebeveynin gözlerinde istendiğini ve sevildiğini hissetmesidir. Eğer oyunda sınır koymazsam o sevgiyi hissedemiyor çocuk. Ebeveyn olarak sistemim ne kadar izin veriyorsa, oyun zamanını çocuğumla planlayabilirim. Her hareketimin, günü kurtarmasına değil, uzun vadede neye hizmet ettiğine bakmalıyım. İçine stres koyduğum her şey çocuğa sorun olarak geri dönüyor. Diş fırçalaması için devamlı hadi hadi dersem davranışı değiştiremem ama yavru aslanın sırtıma atlaması ve diş fırçalama avına çıkmamız kadar eğlenceli ve başarılı bir şey olamaz. Ebeveynler genelde “Ben oyuncu değilim” diyor. Zaten olmasınlar, oyuncu olan çocuktur. Sadece oyun oynamaya izin versinler. Hiç fikir bulamıyorlarsa evde komik danslar, en çirkin olma gibi doğaçlama bir sürü şey var. Çok büyütmemeliyiz gözümüzde. Eve gelir gelmez çocuğumla 3 saat oynayacağım diye bir şey yok.

– Oyun oynamanın yaşı var mı?

Ergenliğe kadar doğal oyun kapasitesi var. Terapide 11-12 yaşa kadar kullanılıyoruz. Ergenlikte bile sessiz sinema, dans gibi araçlarla devam ediyor. İnsanın kendi çocuğuyla oyun oynaması hiç kolay değil. Hele ki ebeveynim benle oyun oynamadıysa çok zor. Orada da kendine şefkat vermek önemli. Kendi oyun oynama kapasitemi bilip ona göre planlayabilirim. Biz bunu becerdikçe, çocuklarımız kendi çocukları olduğunda bunu baştan becerebilecek.

“Stresle baş etmeyi öğretiyor”

– Ce-ee ve saklambaç sinir sistemi için önemli mi?

Bebeklikten itibaren oynanmaya başlayan ce-ee oyunu ile çocuklar ebeveyninden ayrılmayı ve sonra buluşmayı öğreniyor. Sinir sistemimiz hayata geldiğimiz andan itibaren esnek halde başlamıyor. Dışardan gelen uyaranlarla ve ilişkilerin içinde öğreniyoruz esnetmeyi. Saklanma anında çocuk strese giriyor, heyecanlanıyor sonra yeniden sakinleşmeyi yaşıyor. Oyunla sinir sistemini regüle etmeyen çocuk büyüdüğünde sınav stresi, meslek seçimi, ilişkiler, depresyon vs ile baş edemiyor.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/dogal-oyun-oynamayanlar-problemli-yetiskinler-oluyor-2709861

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

FUNDA ARAR RÖPORTAJI,

Zeynep İşman 07/07/2018

esi, müziği, duruşu, aile hayatı ile yıllardır hayranlıkla takip ettiğimiz bir sanatçı Funda Arar. Geçtiğimiz günlerde oğlu Aras’ın 5. yaş gününü kutlayan Funda Arar’la nasıl bir anne ve nasıl bir çocuk olduğunu konuştum.

Hayranı olduğum insanlara bakarken, hep nasıl bir çocuk olduklarını, bugün geldikleri noktaya gelmelerinde nelerin etkili olduğunu düşünürüm. Ve tabii eğer çocukları varsa, nasıl bir anne ya da baba olduklarını… Sevdiğimiz sanatçıları, kameralar aracılığıyla çok yakından tanıyoruz. Peki ya kameraların arkasında anne, baba, evlat, eş rolleriyle nasıl bir hayatları var? Yıllardır büyük bir sevgi ve saygı ile dinlediğimiz Funda Arar’a nasıl bir anne ve nasıl bir çocuk olduğunu sordum.

– Annelik hayatınızda neleri değiştirdi?

Yaşamımda bana verilen en büyük ödül çocuğum. Aşk neymiş evlat sahibi olunca anlıyor insan. Ne yapsam onu düşünüyorum. Anne olduktan sonra daha çok çalışıp, daha çok üretmem gerektiğini anladım.

– ‘Anneliği 3 kelime ile anlatın’ desem, nasıl tanımlardınız?

Aşk, koruma, fedakarlık.

– Biz sanatçı Funda Arar’ı tanıyoruz. Ebeveyn Funda Arar nasıl biri?

Her fırsatı oğlumla geçirmek istiyorum. İşten eve büyük bir özlemle geliyorum. Onun gözünden bakmaya çalışıyorum dünyaya. Ama bir çocuğu büyütürken büyük sabır gerekiyor. İyiyi, kötüyü, varı, yoğu elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum. Tabii daha çok öğreneceği şey var. En önemlisi mutlu bir çocuk olması…

– Anne olarak kendinizde en beğendiğiniz özelliğiniz ne?

Çok zor bir soru. Aras’a sevgiyi aşılamaya çalışıyorum. Bence dünyada sevgi zamanla azalıyor. Çocuklarımıza sevgiyi aşılamamız gerek.

– Annelikte en zorlandığınız konular neler?

Annelik çok sabır gerektiriyor. Çocuklar bazen istediklerini ağlayarak yaptırmaya çalışıyorlar. Dik durmak ve sabırlı davranmak gerekiyor.

– Konserler, albümler çok yoğun bir tempodasınız. Bu tempoyu ve Aras’la olan ilişkinizi nasıl dengeliyorsunuz?

Özellikle turne dönemleri özlem oluyor tabii. Ama iş dışındaki zamanlarımı hep onunla geçirmeye çalışıyorum. Artık yaptığım işin bilincinde olduğu için konsere veya stüdyoya girmem gerektiğini biliyor. Bazen “Ben de geleyim” diyor ama ikna edebiliyorum.

“Ağaç tepelerinde, sürekli şarkı söyleyen bir çocuktum”

– Birlikte oyun oynamayı seviyor musunuz? En çok hangi oyunları oynuyorsunuz?

Onunla oynamak çok eğlenceli. Zaten stresli bir işim var. Oyunla her şeyi unutuyorum. Aktivite yapmayı çok seviyor. Kesme, yapıştırma gibi. Erkek çocuk olduğu için top oynama, hoplama, zıplama gibi oyunları çok seviyor. Bir de öğretmencilik oynamayı çok seviyor. Hep o öğretmen oluyor tabii.

– Çocuklar model alarak öğrenir diyoruz. Sizin evde bu durum nasıl? Mesela Aras’ın müziğe ilgisi nasıl?

Aras evde bütün enstrümanlarla ilgileniyor. Şarkı söylemeyi de çok seviyor. Ama ileride müziği meslek olarak seçer mi bilmiyorum.

– Müziğin, sanatın çocuk gelişimine katkısı nedir?

Sosyal açıdan büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Aynı zamanda da kültürel. Müzik bir anlatım biçimi olduğu için çocuğun kendini ifade etmesinde de büyük rol oynuyor. Aslında en saf haliyle sanatın bir köşesinde olan her insan biraz başka bakar hayata. Daha derin, daha sevgi dolu…

– Peki siz nasıl bir çocuktunuz?

Ağaç tepelerinde, sportif, aktif bir çocuktum. Tabii sürekli şarkı söyleyen.

– Müziğe ilginiz nasıl başladı?

Ben kendimi bildim bileli müzik hep hayatımda vardı. Şarkı söylemeyi o kadar çok seviyordum ki duyduğum ne varsa hepsini öğrenmeye çalışıyordum. Radyoda, televizyonda bir şarkı çalsa hemen sözlerini yazar, söylemeye başlardım. Sonra ilkokulda müzik dersleri başladı ve sonra konservatuvar…

– Şu anki Funda Arar olmanızda, çocukluğunuza dair en etkili şey ya da kişi kim?

Tabii ki ailem. Bana çok destek oldular. Çoğu aile çocuğunun müzisyen olmasını istemez. Ama benim ailem gerçek bir sanatsever. Kardeşim de güzel sanatlar okudu.

– Sizce etkili bir anne-baba nasıl olmalı?

Anne baba olmayı ciddiye almak gerek. Bir insanın geleceği sizin ellerinizde. Armut dibine düşer. Önce biz güzel ve doğru olacağız ki çocuk da gördüğünü yapsın. Çocuğumuzun isteklerine tabii ki saygı duyacağız ama her istediğini de yapmak ona faydadan çok zarar verir. Kuralların olması şart bence. Benim naçizane fikirlerim tabii.

Benim notum:

Dünyanın neresinde ya da kim olursak olalım, anne-baba olmak zor. Kültürler, yaşantı, çevre bambaşka olsa da anne-baba olunca aynı kaygılarda, aynı çabalarda, aynı hatalarda, aynı heyecanlarda ve mutluluklarda buluşuyor insan. Hata yapmaktan korkmamak, mükemmel olmaya çalışmamak, sevgiyi ve saygıyı temel alıp çocuğumuzla birlikte büyümek en güzeli diye düşünüyorum.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/cocuklarimiza-sevgiyi-asilamaliyiz-2701544

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

SİNAN CANAN RÖPORTAJI, ‘Pornografi ergen beynini bozuyor’

Zeynep İşman 23/06/2018

Her bebek kullanım kılavuzu ile dünyaya gelse, hayat ne kolay olurdu! Özellikle çocuğumuzun bizden uzaklaştığı hatta bizi beğenmediği ergenlik yıllarında bir kullanım kılavuzu olsa, şahane olmaz mı? Korkulu rüya ergenlikle ilgili aklımdaki tüm soruları Prof. Dr. Sinan Canan’a sordum, anlattıkları bu zorlu yolda ebeveynlere rehber olacak.

Ergenlerin kafası karışık, aileler tedirgin, herkes gardını almış, ortalık sanki savaş alanı. Bir de onları bekleyen pornografi tuzağı var ki… Aileler ne yapacağını bilemiyor. Beyin ve sinirbilim üzerine araştırmalar yapan Üsküdar Üniversitesi öğretim üyesi, fizyolog Prof. Dr. Sinan Canan, “Şu an internetin çok ciddi bölümü pornografik içeriklerden oluşuyor. Çocukların buna ulaşması da çok kolay. Bu konu ergenler için el bombası gibi. Sapkınlığa giden her türlü uyaran, ergen beynini bloke ediyor” diyor.

– Ergenlik döneminde beyinde neler oluyor? Neden bu kadar sancılı bir süreç?

Ergenlik dediğimiz mesele insan hayatında her şeyin değiştiği, zihinsel donanımın baştan aşağı şekillendiği çok özel ve önemli bir dönem. Biyolojimizi çok iyi bilmediğimiz için bazı şeyleri, kapris ya da şımarıklık olarak görebiliyoruz. Ergenlik döneminde, anne karnından itibaren çok hızlı gelişen beynimiz, başka bir etaba giriyor. Düşünebilme, hazzı erteleyebilme, risk alabilme, varsayımlarda bulunma, sosyal kontrol gibi yüksek zihinsel işlevleri sağlayan beynin ön tarafı hızlı çalışmaya başlıyor. Anne baba onayı yetmiyor, çevreden onay alma ihtiyacı doğuyor. Yani bu dönem hayatı öğrendikleri ve kendilerini buldukları bir dönem. O nedenle bu dönemde aile ile çatışma şart. Ailesiyle hiç sorun yaşamayan, tepki göstermeyen çocukların sorunu olduğunu düşünebiliriz.

– Ergenlik dönemi neden bu kadar uzadı?

3 temel sebebi var. Aşırı korumacı aile tutumları, çok erken başlayan cinsel uyarımlar ve aşırı beslenme. Ergenliğin erkeklerde 40’lı yaşlara kadar devam ettiğine dair araştırmalar var.

Birey olma çabası

– Bir araştırmada ergenlik dönemini aileden uzakta geçiren ergenlerin daha özgüvenli ve hayata daha sağlam başladığını okudum. Doğru mu bu?

İnsan hayatta kalmak için aile kurması, yeni gıda ve yaşam alanları bulması gerekli bir tür. Doğamızda bu olunca, ergenlik dönemine giren bir birey, ailesinden ayrılma ve kendi yolunu çizme konusunda bir güdüye ihtiyaç duyuyor. Bu çatışmanın temelinde gencin birey olma çabası yatıyor. 40 yaşına geldiğinde bile sırtına hırka koyan bir annesi ya da tüm işlerini halleden bir babası var ise bu bireyleşme süreci bitmiyor. Travmatik olmadan, isteyerek ailelerinden uzakta ergenlik geçiren çocuklar, hayata çok daha sağlam başlayan, kararlarının arkasında daha rahat durabilen yetişkinler oluyor.

– Ailelerin güvenlik kaygıları var ama?

Bir genç hayatı denemeden, birebir riske girmeden öğrenemez. 14 yaşında bakkala gitmemiş, hep korunan çocuklar, ileride oluşacak kriz durumlarında çok büyük yıkım yaşıyorlar. İnsanoğlu adaptasyon yeteneği olmazsa hayatta kalamaz. Beynimizi zorladığımızda beynimiz, kaslarımızı zorladığımızda kaslarımız gelişiyor. Aç kaldığımızda beden kendini onarmaya başlıyor. Stres durumunda beyin büyüme hormonu salgılayıp destek oluyor. Zorlanmaya ayarlanmış bir biyolojimiz var. El bebek gül bebek büyütmek biyolojimize aykırı. Çocukların doğal riskler almasına izin vermeliyiz. Biyoloji ile savaşırsak, kaybetmeye mahkumuz. Böyle giderse insan türü riske girecek.

– Gençlerin cinsel içeriklere bu kadar kolay erişebiliyor olması neler getirecek?

Şu an internetin çok ciddi bölümü pornografik içeriklerden oluşuyor. Normal erotizmden çok hızlı ve kolay bir şekilde sapkın ve suç oluşturabilecek içeriklere ulaşabiliyor gençler. Sapkınlığa giden her türlü uyaran, ergen beynini bloke ediyor. Cinsel fonksiyon bozuklukları, gençlerin beynine fiziksel olarak hasar veriyor, karşı cinsle ilişkisini bozuyor, beden algısını çarpıtıyor, yetersizlik hissi doğuyor. Yasak taraftarı değilim ama bu konu acil ele alınmalı. En önemlisi de çocukların bu konuda bilinçlendirilmesi gerekli. Aileler tarafından her yaş çocuğa uygun cinsellik anlatılabilir. Gerekiyorsa korkutsunlar çünkü bu konu el bombası gibi.

“Eksikliklere odaklanıyoruz”

– Ergenler neden hep mutsuz ve memnuniyetsiz?

Bugün hepimiz bizde olmayan şeylerin peşinde koşarak güdüleniyoruz. Şu anın nimetlerini yaşamadan sürekli koşturma ve yetersizlik halindeyiz. Elimizde var olanlara değil, eksikliklere odaklanıyoruz. Aynı şeyi eğitimle gençlere yapıyoruz. Hep üzerlerine bir şey eklemek gerektiğini düşünüyorlar ve bu durum, gençlerin birey olma yolculuğunda kalıcı bir kaygıya sebep oluyor. Hep dışardan onaya ve fikre ihtiyaç duyan gençler oluyorlar. Bu açıdan bakınca gençlerin durumu hiç iyi değil. Bizler böyle değildik.

“Dijital cihazlar konusunda katı kurallar şart”

Dijital bağımlılık çağımızın en büyük problemlerinden biri. Üstelik ergen beyninin bunlarla başa çıkacak donanımı yok. Anne babalar çocuklarına dijital cihazların kullanımı konusunda katı bir kural uygulamak zorunda. İdeal olan 7 yaşına kadar çocuğu bir cihazla baş başa bırakmamak. Ama bu çağda çok mümkün gözükmüyor. En azından ergenlik çağına gelene kadar dijital cihazlara programlı bir sınır koymak gerekli. Aksi takdirde çocukların kendilerini koruyacak beyin bölgeleri gelişmeyecek.

Ergenlik yılları için kullanım kılavuzu:

1- Her anne/baba kendi ergenlik döneminden hatırladıklarını yazsın.
2- Anlamaya çalışmak.
3- Formüllerden uzak durmak.
4- Geçici çözümlerden uzak durmak.
5- Koşulsuz sevgi vermek.
6- Kendimize çekidüzen vermek.
7- Bizim gibi olmayan, biyolojik ayarlarına uygun, yeterli birer birey olmalarına destek olmak.
8- Sözlerimizle değil, davranışlarımızla anlatmak.
9- Aşırı disiplin uygulamamak.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/pornografi-ergen-beynini-bozuyor-2692953

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

AHMET KEMAL ŞENPOLAT RÖPORTAJI, “HAYVAN KARNE HEDİYESİ DEĞİLDİR”

Zeynep İşman 09/06/2018

Okulların kapanma, karnelerin alınma zamanı geldi çattı. Karne hediyesi doğru mu, değil mi tartışmaları sürse de pek çok aile çocuğuna karne hediyesi alacak. Çocuğunuza karne hediyesi ne alırsınız bilmem ama ne almamanız gerektiğini biliyorum. Bir kedi, köpek ya da farklı bir hayvan karne hediyesi olamaz.

Avrupa’da herhangi bir ülkeye gittiyseniz, eminim siz de aynı soruyu kendinize sormuşsunuzdur. “Nasıl oluyor da sokaklarda bir tane bile sahipsiz hayvan bulunmuyor?”

Resmi olmayan rakamlara göre İstanbul’da 200 bine yakın sokak hayvanı var. Bu rakam her yaz sonu biraz daha artıyor. Çünkü karne hediyesi olarak alınan hayvanlar, çocuğun hevesi kaçınca, tuvaletini eve yapınca, havlayınca ya da büyüdü diye sokağa terk ediliyor. Yarısından fazlası da bir yılı geçmeden sokaklarda ölüyor.

Avrupa’nın yaptığı ama bizim yapamadığımız nedir diyerek, aklımdakileri HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) Genel Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat’a sordum. Şenpolat, sokağa terk etmenin ve kaçak hayvan ticaretinin önüne geçilmediği sürece, sokaktaki hayvan sayısının daha da artacağını söylüyor ve ekliyor: “Sokak hayvanları sorunu diye bir şey yok. Sokak hayvanlarının sorunu var. Sorunu da biz insanlar yaratıyoruz.”

– Sokak hayvanları sorunu nasıl çözülecek?

Sokak hayvanları sorunu dediğimiz zaman sanki ortadan kaldırılması gerekli bir durum olarak algılanıyor. Bir kısmı öldürülüyor, bir kısmı ormana atılıyor ama çare olmuyor. Sokak hayvanları sorunu diye bir şey yok. Sokak hayvanlarının sorunu var. Sorunu da biz insanlar yaratıyoruz.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı bu işten sorumlu ama elimizde envanter yok. HAYTAP’ın tahminlerine göre sadece İstanbul’da 200 bine yakın sokak hayvanı var. İBB’ye göre bu sayı 30 bin. Sayılar tutarlı olmadığı için de teknik ekip, personel, ambulans, malzeme, bütçe gibi konular hep sıkıntılı.

Türkiye’ye sokak hayvanı ithal olarak gümrüklerden geliyor. Cins olan hayvanların yüzde 80’i Moldova, Azerbaycan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan, Rusya gibi ülkelerden kaçak giriyor. Hapis cezası var ama caydırmıyor. Yakalanamayanlar pet shoplara geliyor.

Her dönem farklı bir kedi köpek türü moda oluyor ve onlar doluyor ülkeye. İnsanlar bunu kartvizit niyetine alıyor. İlla şu cins olacak, yavru olacak, ağzı yüzü güzel olacak. Kel, kör, topal kimse istemiyor. Yurtdışına yaralı veya sakat hayvan sahiplendiriyoruz ama burada kimse almıyor. Yurt dışından gelmiyorsa üretim çiftliklerinde üretiliyor.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nün bize vermiş olduğu rakama göre, sadece bir hafta içinde İstanbul’da trafik kazası geçiren hayvan sayısı 400’e yakın. Bu derece bir kıyımda, sokakta hayvan kalmaması lazım ama sayı hiç değişmiyor çünkü musluk hiç kapanmıyor. İstanbul’da 40 tane bakımevi var ve bunların hepsi ağzına kadar dolu. Önümüzdeki 6 yıl içinde tahmini 60 bin hayvan girişi olacak. Sürekli yurt dışından hayvan geliyor ya da üretiliyor. O yüzden tek çözüm yukardan akan vanayı kapatmak.

“Tıpkı evlat edinmek gibi ”

– Vana nasıl kapatılacak peki?

Sahiplendirerek, bakımevine koyarak, zehirleyerek bu hayvanları yok edemezsiniz. Yurtdışından kaçak giriş durdurulmalı, üretim çiftlikleri ve pet shop’lar kapatılmalı. Aynı uygar ülkelerde olduğu gibi.

– Avrupa’da neden sokaklarda hiç hayvan görmüyoruz?

Bugün Almanya, Fransa, İngiltere’ye kendi hayvanınızı bile belli bir sayıda, pasaportu ile götürebilirsiniz. Bir de yurtdışında sahiplenme oranı çok yüksek. İklim de izin vermiyor sokakta hayvan yaşamasına. AB standartlarında hayvan sahiplendirirken uzmanlar eve bakıyor, ailenin durumuna bakıyor, ara ara ev ziyaretleri yapıyor. Tıpkı evlat edinmek gibi. Onlar da bir can çünkü.

– Aileler karne hediyesi diye çocuklarına hayvan alıyorlar sonra da sıkılıp bakamayınca sokağa atıyorlar. Bu konuda farkındalık nasıl kazandırılır?

Eylül dönemi sokağa bırakılan hayvan sayısı artıyor. Tatil bitiyor, yazlıklardan dönülüyor. Bakamıyorlar, çocuğun hevesi kaçıyor, alerji çıktı deniliyor, tüyü döküldü, salyası aktı, büyüdü sevimliliği kaçtı diye bahanelerle terk ediyorlar.

Adalar, Moda, Zekeriyaköy, Kemerburgaz, Bodrum, Marmaris, Dalaman, Muğla, Kuşadası, Ayvalık gibi yerler yazlıkçıların terk ettiği cins hayvanlarla dolu. Bunlar sokakta yaşamasını bilmiyorlar, büyük bir kısmı trafik kazalarında telef oluyor. Mikroçip sistemi olsa, aşısı var mı, kim bırakmış görebiliriz.

Aileler çocuğum sorumluluk alsın diye hayvan alıyor ama böyle sorumluluk kazandırılmaz. Sonra o hayvanlar ailenin başına kalıyor. Nerede yaşadıkları, evlerinin durumu, koşulları hayvan sahiplenmesi için önemli. Bakamayacaksanız almayın. Hep diyoruz hayvan bir hediye olamaz. Çocuklara karne hediyesi diye hayvan almayın.

Benim notum: Röportaj sonrası yolda şunları düşündüm: Çocuk istedi diye bir canlı alınması ve sonra sıkıldı ya da bakamadı diye o canlının sokağa terk edilmesi, o canlıya olduğu kadar, çocuğa da çok büyük kötülük. Çünkü bu şekilde değer sistemini en baştan çökertiyorsunuz. Kıymet vermek, önemsemek, emek vermek, empati, fedakarlık, şefkat gibi pek çok değeri, çocuğun dünyasında yok ediyorsunuz. Sonra toplumda, kendinden başka kimseye önem vermeyen, saygı duymayan yetişkinler olarak yer alıyorlar. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Aileler konuya bir de bu açıdan bakmalı diye düşünüyorum.

Aileler önce bu soruları cevaplamalı!

– Tüm aile evde bir hayvan istiyor mu?
– Nasıl bir evde yaşıyorlar?
– Ömür boyu o hayvanla yaşamaya gönüllü müyüm?
– Tatilimden, dinlenmemden fedakarlık yapacak mıyım?
– Salyası, tuvaleti, tüyü sorun olur mu?
– Deneme olarak her hafta bir barınakta bir hayvanı gezdirmeye gitsinler, bakalım her hafta gidebilecekler mi?

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/hayvan-karne-hediyesi-degildir-2684759

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

BAHAR ERİŞ RÖPORTAJI, “NASA’da çalışan her iki kişiden biri dislektik”

Zeynep İşman 02/06/2018

Dislektik olan ünlüler arasında kimler yok ki… Einstein’den, Muhammed Ali’ye, Stephen Spielberg’den, Picasso’ya pek çok deha dislektik. Çocuklarda üstün zeka ve yetenek eğitimi üzerine çalışmalar yapan akademisyen ve yazar Dr. Bahar Eriş, literatürde “öğrenme güçlüğü” olarak tanımlanan disleksinin, “öğrenme farklılığı” olduğunun altını çiziyor. Alfa Yayınları‘ndan çıkan son kitabı “Gölgedeki Yıldızlar“da disleksi hakkında bilinmeyenleri ya da doğru sanılan yanlışları gözler önüne seren Eriş, “Bu çocuklar tembel ya da geri olarak etiketleniyor. Halbuki sadece beyinleri farklı çalışıyor. Eğitim sistemine uyum sağlayamadıkları için bir ülkenin insan kaynağı boşa harcanıyor” diyor.

– Disleksinin tanımı ve yaygınlık oranı nedir?

Disleksi, bütünü görme, güçlü sezgi, hayal gücü, yaratıcı düşünce, problemlere farklı açıdan bakabilme, güçlü görsel hafıza, üç boyutlu düşünme gibi güçlü yönleri olan bir beyin farklılığıdır. Bu farklılık nedeniyle çocuklar belli şeyleri rahatlıkla yaparken, en basit ifadesiyle okumakta güçlük yaşarlar. Benim şahsi tanımım yetenek odaklı. Literatürde “özgül öğrenme güçlüğü” olarak tanımlanıyor. Oysa ortada ne hastalık var ne zekada bir gerilik. Bilakis, zeki çocuklar… Ancak sözcük ya da sayıları okuma ve çözümleme hızı, çocuğun zekasının gerisinde seyrediyor. Bir çocuk bunu çok güzel anlatmış: “Gözlerim beynimden beş kelime geride!” Disleksinin toplumlarda görülme oranının yüzde 10-20 arasında değiştiği belirtiliyor. Bu çok yüksek bir rakam! Türkiye’de disleksi oranıyla ilgili sistematik ve kapsamlı bir çalışma yok ama ben daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Genetik olarak geçiş oranı ise yüzde 25-50 arası.

– Aileler çocuklarının dislektik olup olmadığını nasıl anlar?

Genellikle okula başlayıncaya kadar belli olmuyor. Ön işaretler; emeklemeden yürümek, harflerin yerlerini karıştırmak, yönleri anlamakta sıkıntı, sakarlık, saati okuyamama, kelimeleri yanlış telaffuz etmek, ödevin başına oturmamak için her şeyi yapma, harflere ilgi göstermeme, okuyamama, okumaktan kaçma, üç boyutlu şeyleri takıp, çıkarmaya ilgi duyma olarak sıralayabiliriz. Ama bunların hiçbirine tek başına bakılıp karar verilemez. Hikâyenin bütününe bakmak gerek.

“Sağ beyin odaklılar“

– Diyelim ki çocuğumuz dislektik, ne yapacağız?

Öğretmenlerle, psikologlarla ya da çocuk doktorlarıyla koordine olmak gerekli. Ailenin bilinçli olması çok önemli. Tüm bu insanlar çocuğu desteklemeli. İlgi alanlarına göre yönlendirilmeli. Okuma konusunda baskı yapılmamalı, tahtaya çıkarıp okumaya zorlanmamalı. Hükümet, eğitim, sağlık camiası el ele vermeli.

– Bir dönem modaydı, “Bizim çocuğun sol beyni gelişkin, fazla zeki” diye! Şimdi de sağ beyni gelişkinler için mi aynı şey söylenecek?

Mantıklı bir tespit. Geleceği sağ beyin odaklı bireylerin şekillendireceği savunuluyor. Neden? Sol beynin yaptığı mantıksal işlemlerin hepsini artık bilgisayarlar yapıyor. Bilgisayarın yapamadığı şey büyük resmi görmek ve bağlamı anlamak. Bugünün dünyasında bir adım öne çıkan bireylerin sanat, empati, sezgi, bağlamı görme gibi sağ beyin odaklı özelliklere sahip insanlar olduğu belirtiliyor. Dislektik bireyler sıralı, kurallı, adım adım mantık yürütme gerektiren işlerde zorluk yaşıyorlar. Bir teoriye göre, sol beyin işlevlerinde yaşadıkları bu zorluklar, sağ beyin işlevlerini çok daha ileri boyutlara taşıyor. Bunların hepsi büyük avantaj çünkü devir girişim, yaratıcılık, 3 boyutlu tasarımlar ve ‘big data’ devri.

– Disleksinin varlığından haberdar mı insanlar?

Ya hiç bilmiyor ya da sadece güçlük perspektifinden biliyor. Eğitim sisteminin odağında okuma faaliyeti olunca dislektikler gibi sağ beyin odaklılar hezimete uğruyor. Halbuki bu ayrı bir özellik. Hatta belli noktalarda avantaj. Mesela şu an NASA’da çalışan her iki kişiden biri dislektik. BBC’nin araştırmasına göre, sıfırdan milyoner olanların yüzde 40’ı dislektik. Güzel sanatlarda disleksi oranı 3 kat fazla.

Dislektikler hangi alanlara daha yatkınlar?

En iyi tasarımcılar, peyzaj mimarları, marangozlar, aşçılar, yazılım geliştiriciler, radyologlar, cerrahlar, ortodonti uzmanları, grafik tasarımcılar, fotoğrafçılar, ressamlar, kaptanlar, pilotlar dislektikler arasından çıkıyor. Bunlar “disleksiden zengin” alanlar olarak biliniyor. Çünkü bütün resmi görebiliyorlar.

Dislektik olan ünlüler

Albert Einstein, Thomas Edison, Leonardo da Vinci, Agatha Christie, Richard Branson, Jamie Oliver, Muhammed Ali, Steven Spielberg, Magic Johnson, Tommy Hilfiger, Walt Disney, John Lennon, Pablo Picasso, Henry Ford, Ingvar Kamprad

Aileler neler yapabilir?

– Çocuğa yüksek sesle kitap okumak

– Dikkatle dinlemek

– Bol bol kelime oyunu oynamak

– Hikaye anlattırmak

– Konuşmak istemediğinde zorlamamak

– Kısa ve net yönergeler vermek

– Kıyaslamamak

– Yapamazsın dememek

– İlgi alanlarına yönlendirmek

– Öğretmen ve okul ile konuşmak

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pembenar/zeynep-isman/nasa-da-calisan-her-iki-kisiden-biri-dislektik-2680766

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

YASEMİN PAKKAN RÖPORTAJI, “Öğretmen öğreten değil, birlikte öğrenen olmalı”

Zeynep İşman 20/05/2018

Tam 43 yılda sayısız öğrencinin hayatına dokunan Yasemin Pakkan, şu sıralar tarifi zor bir heyecan içinde… 2018-2019 Eğitim-Öğretim yılında İstanbul Beykoz’da açacağı yeni okulu için eğitim kadrosunu oluşturan Yasemin Hoca, “Bu ülkeye borcum var, şimdi onu ödeme zamanı” diyor.

Yasemin Pakkan yaşamının 43 yılını eğitime ve öğrencilerine adamış, kendi alanında efsane bir öğretmen. Bugüne kadar hem pek çok devlet okulunda hem özel okullarda binlerce öğrenciye öğrenme ortağı olmuş. Öyle ki, “Öğretmenliği öğrencilerimden öğrendim” diyor. Birikimlerini aktarabilmek, hâlâ ilk günkü heyecanı ile çocuklarla buluşmaya devam etmek ve bu ülkeye bir borcu olduğuna inandığı için bir okul açmaya karar vermiş. Şu günlerde 2018-2019 Eğitim-Öğretim yılında yeni açacağı okulunun heyecanı ile yaşayan Yasemin Hoca ile doğru okul seçiminden, verimli öğrenmeye kadar pek çok konuda konuştuk. Söylediklerinin anne-babalar hatta eğitimciler için yol gösterici olacağına inanıyorum.

– Anne-babalar okul seçerken nelere dikkat etmeli?

Okul seçiminde tamamen ekibin seçilmesinden yanayım. Birincil olarak çocuğunuzu kime teslim ettiğiniz önemli. Okul bir yaşam yeri. O nedenle orada sıfır hata olmalı. Servis şoföründen ablaya, yemek personelinden hizmetlisine kadar çok önemli. Ve tabii ki öğretmen kadrosunun nasıl olduğuna bakılmalı. Güvenlik çok önemli. Az da olsa açık alanı ve yeşilliğinin olması gerekli. Diğer önemli konu okulun kadrosunun öğrenmeye açık olması ve sürekli eğitim alması. Kendini ve bakış açısını yenilemesi. Tüm bunları yaparken de tevazu sahibi bir okul olması önemli. Okulların yerleri, binaları ve fiziki koşulları elbette ki önemli ama buna çok da takılmamak gerekli. Yani süse püse, vitrine çok da aldanmamalı. Hiçbir fiziki imkanı olmayan ama muhteşem öğrenciler yetiştiren okullar var.

“Çocuğun okuldan hangi duyguyla geldiği size ipuçlarını verir”

Veliler çocuklarının okuldan eve nasıl geldiklerine baksınlar. Mutsuz, bıkkın, yorgun mu geliyor? Bazısı hâlâ enerjik oluyor ve o günü heyecanla anlatıyor. Bazısı elinde kocaman bir kitapla geliyor ve merakla onu incelemeye başlıyor. Bunlar anne babalar için çocuğun okulu sevip sevmediğine dair en büyük ipucu.

“İlkokul ve lise ayrı olmalı”

Yuva ve ilkokulun çok büyük olmamasından yanayım. Büyüdükçe aynı kalitede eğitimi vermek güçleşiyor. Okul öncesinde binalar küçük olmalı, bolca yabancı dil ve aktivite olmalı. Lisenin de ayrı olması gerektiğini düşünüyorum. Lise başka bir dünya. İlgi alanları, hayata bakışları farklı. Aynı bünyede bulunması okulu akademik olarak zayıflatıyor çünkü lisede başarı ve sınav kaygısı oluyor.

– Öğretmen kadrosu nasıl olmalı?

“Ben öğretmenim, kimseden öğrenecek bir şeyim yok” bakış açısına sahip öğretmenler olmamalı. Öğrenmeye açık öğretmenler olmalı. Dünya gelişiyor, değişiyor. Öğreten değil, birlikte öğrenen, çocuğa deneyimleme imkanı sunan, merak eden ve ettiren öğretmenler olmalı. Öğrenen okul, öğrenen öğretmen seçimi yapmalıyız.

– Verimli bir öğrenme nasıl olur?

Merak uyandırarak. Örneğin elektrik konusunu işliyoruz. Çocuğun gördüğü, hissettiği ihtiyaçtan yola çıkıldığında öğrenme daha kalıcı, verimli olur. Sınıftaki lambanın ışığı nasıl, nereden geliyor? Duvardaki kablolar, binadaki sigorta, mahalledeki trafo, şehir dışında yüksek gerilim hatları ve barajlar gibi. Ezber buz üzerine yazı yazmaktır. Boşuna bir uğraştır. Konuyu açacak ilginç birkaç cümle ile sonucu onların bulmasını sağlamalıyız.

– 17 Mayıs Okul Dışarıda Günü idi. Açık havada eğitimi desteklediğinizi her zaman söylüyorsunuz, bunun eğitime katkısı neler?

Öğrenme ortamını sınıfla sınırlandıramayız. Fırsat eğitimi her yerde ve her zaman yapılabilir. Öğretimi sınıf duvarlarının arasına hapsettiğimizde yaşam alanı olan okulu değerlendirmemiş oluruz. Doğada ve açık havada öğretim çok daha keyifli ve kalıcı olur. Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda günün yarısını bahçede geçirirdik. Özelikle yazma etkinliğine gerek duyulmayan derslerin tamamını hava koşulları uygun ise çimenlerde yapardık.

Akademik dersler arasında on dakika bile olsa bahçe oyunları, yarışmalar düzenlerdik. Dünya öğrenmeyi kalıcı ve kolay bir hale getirmek için uğraş veren eğitim bilimcilerle dolu. Bu konuda öğretmen eğitimleri vererek öğretmenleri sınıf dışına alıştırmamız gerekiyor. Deneylerimizi bahçede yapabiliriz. Çamurlu suyun içindeki planktonları yerinde gözlemleyebiliriz. Kurbağanın başkalaşımını her gün izleyebiliriz. Mevsimlere göre bitkilerin ve hayvanların değişimlerini gözlemleyebiliriz.

– Çocuğa sorumluluk nasıl kazandırılır?

Yapabileceği işleri ellerinden almayarak. Kendi işini kendisinin yapması konusunda fırsat yaratarak. Yatağını kapatabilir, tabağını mutfağa taşıyabilir, kurabiyeye şekil verebilir. Çorabını kendi giyip, giysilerini katlayabilir. Ona ihtiyacınız olduğunu hissettirmek çok önemli. Yardım istemeliyiz ondan. Yardım etmenin yüceliğini, kendine yetmenin sağladığı özgüveni hissetmeli.

“Yaramazlık diye bir şey yok”

Çocukları yaramaz diye etiketlemeyi son derece yanlış buluyorum. Yaramazlık diye bir şey yok, merak var. Çocukla aynı frekansta olursak yaramazlık falan da olmaz. Çocuk bir şey yaptığında siz de dahil olun ona. Çocuklarla konuşurken onları incitmemeli. O zaman her şey normale dönüyor. Baskısız, yaptırımsız, otokontrolle yaşanan bir okul mümkün.

Aileler fedakarlıklar yapıyor ama aile bütçesini de göz önünde bulundurmak şart. Bütçeleri kısıtlıysa, iyi öğretmeni olan devlet okulu araştırsınlar. Öğretmenlerin, velilerin inisiyatif aldığı çok iyi devlet okulları var. Dediğim gibi önemli olan öğretmen ve okul kadrosu.

ZEYNEP İŞMAN

https://www.milliyet.com.tr/pazar/ogretmen-ogreten-degil-birlikte-ogrenen-olmali-2672015

0 FacebookTwitterPinterestE-posta

Zeynep İşman

Köşe Yazarı / İletişimci / Etkili Anne Baba Okulu Eğitmeni ... daha fazlası için tıklayın.

INSTAGRAM

birliktebuyuyoruz

24 yıl olmuş! 24 yılda çok şey değişti ama 24 yıl olmuş! 24 yılda çok şey değişti ama bazı şeyler hiç değişmedi. Kızımı onun şarkılarıyla büyüttüm. 1,5 yaşındaki yeğenime onun şarkılarını dinletiyorum. Ölümsüzlük bu değil de ne? #barışmanço 

#Repost @sunay.akin with @use.repost
・・・
24 yıl oldu, Barış Manço’nun aramızdan ayrılışı… Her geçen yıl eserleriyle daha da büyüyor… Onu çok özlüyorum… #barışmanço
Bu şiir 1.sınıf okul kitabında yer alan bir ş Bu şiir 1.sınıf okul kitabında yer alan bir şiirmiş @atamanmujdat hocanın paylaşımında gördüm. Son paragrafı çıkmamış ama şöyle bitiyor: “Çocuklar uslu durun, rahat rahat oturun, kimse sevmez haşarı, kavgacı çocukları!”

Eğitim adı altında elbette bazı değerleri öğretmeli çocuklara. Ama bu şekilde değil. Rahat durun, hareket etmeyin, uslu çocuk olun, sorulmadan konuşmayın, etrafı kirletmeyin, koşmayın.. bu ne yahu? Robot mu istiyorsunuz? Böyle yapa yapa çocukları okuldan, sınıftan, dersten hepsinden soğuttuk.
Bir tane çocuk şarkısı var, kızım küçükken de vardı, şöyle diyor: “Elerim tombik tombik
Kirlenince çok komik.
Kirli eller sevilmez,
Güzelliği görülmez
Saçlarım bakım ister
Hele dişler hele dişler
Uzamasın tırnaklar
Kirlenmesin kulaklar
Çok koşup da terleme
Soğuk sulardan içe
Sonra hasta olursun
Koşup da doktor bulursun
Doktor gelir odana
İğne yapar popona
Ay ay diye bağırma
Koşup anneni çağırma.”

Temizliğin, bakımın önemini anlatıyor güya :) Çocuklar koşar, çocuklar terler. Hasta da olurlar. Düşerler de. Yani hasta oldular ve doktor geldi diye kendilerini suçlu mu hissetmeliler? Ya da dışarda oynayıp elleri pislendi diye, sevilmeyeceklerini mi düşünmeliler? 
Zaten şu an koşup oynamaları, çamurlanmaları için yalvarır hale geldik. İki toprakla, taşla oynayınca şükür duasına çıkıyoruz. Ayrıca kirlenmek güzeldir :)) 
Günaydın ..

#birliktebüyüyoruz
Günaydın, Çok klişe gelebilir ama yine de hem Günaydın,
Çok klişe gelebilir ama yine de hem kendime hem size hatırlatmak için yazacağım.
İyi insanları samanlıkta iğne arar gibi aradığımız şu çağda, iyiliğe olan inancımızı kaybetmeyelim. Çünkü iyi insanlar var. Sadece görmek için biraz çaba sarf etmek gerekiyor. Dünya hala dönüyorsa, kalbinden sevgiyi, şefkati eksik etmeyenler sayesinde dönüyor. İyiliği arayıp bulalım, iyilikten vazgeçmeyelim ve iyi insanlar yetiştirelim.
İyi haftalar 🥰 

#birliktebüyüyoruz
Hepimiz için çocuklarımız çok özel, çok far Hepimiz için çocuklarımız çok özel, çok farklı, çok zeki, hatta üstün zekalı. Sordukları sorular, merakları, davranışları ile bizden çok farklılar ve pek çok aile erken yaşlarda çocuğunun üstün zekalı olup olmadığından şüpheleniyor.
Öte yandan teknoloji çağına doğan çocukların, akıllı cihazları bilir halde dünyaya gelmesi artık pek anlam ifade etmiyor.

Zekanın pek çok boyutu var. Sadece ölçümlenebilen kısmı, bize doğru sonuçlar vermeye yeterli değil. Zeka testleri de suistimale çok açık bir konu. Çocuğa ‘üstün zekalı’ etiketi yapıştırıldıktan sonra da hayat hiç kolay olmuyor. Aile tutumu ve farkındalığı çok önemli. Ve tabii aile/öğretmen işbirliği.

Çocuğumuzun üstün zekalı olup olmadığını nasıl anlarız? Anladığımızda neler yapmalı, onu nasıl yönlendirmeliyiz? 

Tüm bu konuları uzun yıllardır üstün yetenek konusunda çalışan eğitimci Dr. Bahar Eriş @dr.bahareris ile konuştuk. Tamamı Milliyet Pazar’da ve profilimde 👆🏻 
Çok faydalı bilgiler var, elden ele yayalım. İyi pazarlar 🌿
Kim Kardashian Harvard Üniversitesi’nde seminer Kim Kardashian Harvard Üniversitesi’nde seminer vermiş. Ben hala (eski kafalı olabilirim) kimden öğrendiğim konusunda muhafazakar bir insanım. Hangi okulu (okulları) bitirmiş, neleri tecrübe etmiş, hayattaki duruşu, hayatı yaşayışı, değerleri vs ile bir paket olarak bakıyorum bilgiyi aldığım kaynağa. Teori kadar, pratik de önemli benim için. Ancak alttaki satırları da (bir kısmını) göz ardı etmek mümkün değil. Artık dünyanın en iyi üniversiteleri sertifika programları açıyor. Çoğu online. Başarı algısı beğenelim, beğenmeyelim popülerlikle eşdeğer oldu. Burada ne kadar takipçin varsa, o kadar başarılı sayılıyorsun. (Buna her zaman katılamam) Öte yandan diploma değil, kendini nasıl yetiştirdiğin önemli doğru. İşte burada da nasıl bir düzenin içinde büyüdüğün çok kritik! Siz ne düşünüyorsunuz?
Günaydın ☔️ 

#gelecekailedenbaşlar 
#toplumsalbilinç 

#Repost @akapismak 
Artık ne kadar bilindiğin önemli nasıl bilindiğin değil ! 
Artık ne okuduğun değil kendini nasıl geliştirdiğin önemli diyor yeni düzen. 
Digital dünyada nasıl başarılı olunur ?
Bu alanda büyük üniversiteler sertifika programları açmaya başladı.

Yeni dünyada öğrenciler için başarı algısı eskiye göre daha farklı: popülerlik !!!
.
Kim, bazı çevreler tarafından eleştirilse de bundan sonra böyle olacak gibi gözüküyor!
Artık eski eğitim sistemi değişiyor. 
Bi kaç sene sonra bu algı tamamen bitecek gibi.
.
Belki daha az okula gidip, aktif iş hayatında ilerlemek, digital dünyaya hakim olmak öncelikli olacak gibi. 
Gözümüzde büyüttüğümüz üniversiteler artık önemini yitiriyor.
Artık diploma değil kendini nasıl geliştirdiğin önemli.
İsviçre de üniversiteler derse uzun süre gelmeyen öğrencilerin gelmedikleri sürede kendileri için neler yaptığına, kendini geliştirip geliştirmediğine, her hangi bir sosyal sorumlulukta olup olmadığına bakıyorlar.
Okula devam etmediği dönemde kendini geliştirecek bir programa katıldıysa devamsızlıktan men ediliyor.
Bi yanıyla iyi olan kendini geliştirmeye itmesi, bi yanıyla tehlikeli popülerlik çukuruna itmesi.
Günaydın ☀️ Ara tatil nasıl gidiyor? Çocu Günaydın ☀️ 
Ara tatil nasıl gidiyor?
Çocukların deneye deneye öğrenebilecekleri, çabalamanın, emek vermenin değerini anlayarak, başardıklarında daha mutlu olacakları şeyleri onların yerine yapmıyorsunuz değil mi?
(Her yaş için geçerli ☺️)

#birliktebüyüyoruz
Tatlı, küçük, güzel ailem 🙏🏻🧿 Herkes Tatlı, küçük, güzel ailem 🙏🏻🧿
Herkese iyi pazarlar…

#gelecekailedenbaşlar 
#birliktebüyüyoruz
“Öykü Arin’e Umut Ol” kampanyası sayesind “Öykü Arin’e Umut Ol” kampanyası sayesinde, hem ülkemizde hem yurt dışında yüz binlerce insana ulaştı, lösemi hastalarının sembol ismi oldu Öykü... 

Öykü Arin’e henüz 3.5 yaşında Juvenil Miyelomonositik Lösemi (JMML) teşhisi konuldu. İzmir’de yaşayan ailesi, o tarihten itibaren, kızlarının sağlığına kavuşması için çok büyük bir mücadele başlattı. Kısa sürede çığ gibi büyüyen ve yüz binlere ulaşan “Öykü Arin’e Umut Ol” kampanyası, lösemi hastaları için bir sembol hâline geldi. Babasından alınan yarı uyumlu kök hücre nakli ile hayata tutunan Öykü Arin, şimdi okula gidiyor, arkadaşlarıyla oynuyor, müzik yapıp, hikâyeler yazıyor. Hepimize örnek olan bu eşsiz mücadelenin ölümsüzleşmesi için bir kitap hazırlandı. Adı: “Öykü Arin Kitabı-Umudun Öyküsü”. 
2 yıl süren mücadeleye destek veren Ercan Kesal’dan, Haluk Levent’e pek çok ünlü ismin de duygularını paylaştığı kitap, NotaBene Yayınları’ndan çıktı. Öykü Arin’in annesi Eylem Şen Yazıcı ile “Bu hikayeyi hepimiz yazdık” dediği “Umudun Öyküsü’nü” konuştuk. @oykuyeumutol 

Tamamı Milliyet Pazar’da ve profilimde…

#birliktebüyüyoruz #milliyetpazar #zeynepişman
Kendini bilmez insanlar yüzünden şu sokakta 15 Kendini bilmez insanlar yüzünden şu sokakta 15 dakikadır duruyoruz böyle. Çünkü iki araç, kendinden başkasını önemsemeyen iki kişi, dörtlülerini yakmış ve zaten dar olan, zaten sağlı sollu arabaların park ettiği bu sokakta öyle durmuş gitmiş. Tüm yol kitlendi ve ilerlemiyor. Şu olay tüm ülkenin gerçeği. Öyle çok şey anlatıyor ki aslında.
Hepsinin bir gerekçesi var elbet. Biri çocuğunu okuldan almak için bırakmış. Çocuğunu ve karnesini alacak. Çünkü hayatta sadece onun çocuğu var ve sadece o çocuk karne alıyor. O sırada başka biri bu sokakta ilerleyemediği için, çocuğunu ve karnesini alamıyor mesela. Bu kişi bunu öngöremiyor. Ya da öngörse de, önemsemiyor. Bu daha kötü. 

Bana göre akranına zorbalık yapan çocukla bunun bir farkı yok işte. Çünkü o çocuk da kendinden başkasını düşünmeyi bilmiyor. Başkalarının önceliklerini, duygularını önemsemiyor. Varsa yoksa kendisi.
Çocuklarımızın karnelerini onurlandırmadan, ‘senin için gerekirse tüm trafiği tıkarım, sen o kadar değerlisin’i hissettirmeden önce, empati sahibi bir insan ve vatandaş olmayı modelleyelim olur mu?

#birliktebüyüyoruz 
#karnegünü
#zorbalık
Canlı yayın serimiz devam ediyor 🎉 @theclass Canlı yayın serimiz devam ediyor 🎉 
@theclassest ev sahipliğinde, 20 Ocak Cuma akşamı 21:00’da, @isvicrelianne ile dijital çağda gençleri, konsantrasyonu, bireyselleştirilmiş eğitimi ve geleceğin mesleklerini konuşacağız. Keyifli sohbetimize bekleriz 🤗

#birliktebüyüyoruz 

#Repost @theclassest with @use.repost
・・・
Canlı yayın sohbetlerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz! 😊

Yarın yani 20 Ocak Cuma saat 21:00’de ikinci sohbetimizin konuğu birçoğumuz yakından tanıdığı İsviçreli Anne olacak! Çok dilli çocuk yetiştirme, eğitim teknolojileri ve İsviçre’deki eğitim sistemi konularında uzman olan ve Zeynep Jaggi nam-ı diğer İsviçreli Anne keyifli sohbeti ile aramızda olacak.

Zeynep İşman’ın sunumuyla ilerleyen canlı yayın serimizin bu bölümünde ebeveynler ve yeni nesil aileler için kaçırılmayacak konular bizi bekliyor. 

Classest velileri arasında da yer alan değerli ebeveynimiz Milliyet Gazetesi Aile ve Çocuk köşe Yazarı Zeynep İşman ile her ay siz değerli takipçilerimiz, alanında uzman kişilerle bir araya gelerek eğitime, ebeveynliğe ve çocuklarımız için daha iyi bir geleceğe dair sohbetler gerçekleştirecek.

Yine çok şey öğreneceğimiz bu keyifli canlı yayını kaçırmayın! 

@isvicrelianne  @birliktebuyuyoruz

Gündemler:

🌟 Dijital Çağda Gençler ve Konsantrasyon 
🌟 Bireyselleştirilmiş Eğitim ve Eğitimin Geleceği 
🌟 Yabancı Dil Öğrenme ve Çok Dilli Çocuk Yetiştirme
🌟 Geleceğin Meslekleri

Daha fazla kişiye sen de bu sohbetten haberdar etmek 
isterseniz gönderimizi kendi hikayelerine ekleyebilirsin. 😉

#egitim #egitimteknolojileri #edtech #canliyayin #onlineders #cocukegitimi #dersvideoları #çocukgelişimi #ebeveyn #dersçalışmak
Daha Fazla... Instagramda takip edin

Menü

  • Hakkımda
  • Eğitim
  • Yazılar
    • Tümü Röportajlar
      Yazılarım

      DOLU DOLU BİR YAZ

      01/08/2020

      Yazılarım

      “Dünyayı değiştirecek şefkat evde başlar”

      25/07/2020

      Yazılarım

      Sanatla dolu yaz tatili için

      11/07/2020

      Yazılarım

      Bu günleri unutmayalım ama takılıp kalmayalım da…

      28/06/2020

      Yazılarım

      “Dışarısı güvensiz” değil “Evimiz güvenli”

      27/06/2020

      Yazılarım

      Çalışan ebeveynler isyanlarda

      26/06/2020

      Yazılarım

      Her liselinin bir mentoru/koçu olsa…

      25/06/2020

      Yazılarım

      Yolun solunda maske takmak zorunlu, sağında çıkarabilirsin!

      24/06/2020

      Röportajlar

      MEHMET TONER RÖPORTAJI, ‘Bir deney, bin okumaya bedel’

      01/09/2018

      Röportajlar

      JUDİTH MALİKA LİBERMAN RÖPORTAJI, Masal dinleyen çocuk hayata…

      18/08/2018

      Röportajlar

      NASUH MAHRUKİ RÖPORTAJI, ‘Çocukları bağımlılıktan kurtarmanın en iyi…

      04/08/2018

      Röportajlar

      NİLÜFER DEVECİGİL RÖPORTAJI, “Doğal oyun oynamayanlar problemli yetişkinler…

      21/07/2018

      Röportajlar

      FUNDA ARAR RÖPORTAJI,

      07/07/2018

      Röportajlar

      SİNAN CANAN RÖPORTAJI, ‘Pornografi ergen beynini bozuyor’

      23/06/2018

      Röportajlar

      AHMET KEMAL ŞENPOLAT RÖPORTAJI, “HAYVAN KARNE HEDİYESİ DEĞİLDİR”

      09/06/2018

      Röportajlar

      BAHAR ERİŞ RÖPORTAJI, “NASA’da çalışan her iki kişiden…

      02/06/2018

  • Önerdim Gitti
    • Tümü Çocuk – Kitap Yetişkin – Film Yetişkin – Kitap
      Önerdim Gitti

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Önerdim Gitti

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Madiba Büyüsü

      10/07/2018

      Çocuk – Kitap

      Ezik Kokarca

      30/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KUMKURDU

      18/06/2018

      Çocuk – Kitap

      HAYVANLAR ALEMİ

      02/06/2018

      Çocuk – Kitap

      KÜÇÜK PRENS

      20/05/2018

      Çocuk – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Çocuk – Kitap

      Boşluk

      14/04/2018

      Çocuk – Kitap

      Denizin Altında

      17/03/2018

      Yetişkin – Film

      The Hunt

      07/04/2018

      Yetişkin – Film

      3 Generations

      10/03/2018

      Yetişkin – Film

      Mucize

      17/02/2018

      Yetişkin – Film

      Aramızda Bebek Var

      10/02/2018

      Yetişkin – Film

      Lion

      30/12/2017

      Yetişkin – Film

      Gifted

      23/12/2017

      Yetişkin – Kitap

      Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

      22/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      Masallarla Yola Çık

      14/07/2018

      Yetişkin – Kitap

      MOMO

      16/05/2018

      Yetişkin – Kitap

      Doğadaki Son Çocuk

      25/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Aktörlük Sanatı

      01/04/2018

      Yetişkin – Kitap

      Çocuklar için beş sevgi dili

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Bir kurbağa gibi sakin ve dikkatli

      10/03/2018

      Yetişkin – Kitap

      Marshmallow testi

      10/03/2018

  • 2 İleri 1 Geri
    • 2 İleri 1 Geri

      Roma

      10/05/2016

      2 İleri 1 Geri

      Prag

      01/09/2015

      2 İleri 1 Geri

      Paris

      10/09/2013

      2 İleri 1 Geri

      St. Petersburg

      05/03/2012

  • Birlikte Büyüyoruz
  • İletişim

İlgi Görenler

  • 1

    Bir kurbağa gibi sakin ve dikkatli

    10/03/2018
  • 2

    Lion

    30/12/2017
  • 3

    Doğadaki Son Çocuk

    25/04/2018

Bülten

"Birlikte Büyüyoruz" bültenimize abone olarak, makaleler, bilgilendirmeler ve fotoğrafları doğrudan e-posta adresinize alabilirsiniz.

Gizlilik Politikası            Kullanım Şartları

  • Instagram
  • E-posta

Zeynep İşman - Birlikte Büyüyoruz®. Tüm hakları saklıdır. İzin almadan kullanılamaz. Geliştirme: W Dijital


Başa Dön